Türklerin hediyesi kahvenin Fransa’daki kültürel yolculuğu
Fransızların en yaygın buluşma bahanesi olan kahve, belki şu an için sadece günlük bir ritüel olsa da bundan yaklaşık 300 yıl önce entelektüellerden siyasetçilere dönemin en önemli insanlarını bir araya getiren, derin tartışmalara ve fikirlere eşlik eden özel bir içecekti. Peki her adım başı özgün tarzlara sahip kafeler görebileceğimiz Paris’e ilk kahve nasıl geldi? Kahve kültürü nasıl bu kadar benimsendi ve popüler bir hale geldi? Bu yazımızda Fransız kültürünün içine derinlemesine işlemiş olan kahvenin yolculuğundan ve Fransızlar için öneminden bahsedeceğim.
Fransız gastronomisi tüm dünyadan gelen lezzetlerin ve adetlerin bir harmanıyla oluşmuştur. Meşhur hamur işlerini Avusturya’dan, şarapları Romalılardan ve kahveyi de Türklerden almışlardır. Fransızların kahveyle tanışması 14. Louis zamanında olmuştur. 4. Mehmet’in gönderdiği elçi Süleyman Ağa’nın eşyaları arasında tabii ki kahve de varmış. Paris’te Fransızlara bizzat yapılışını göstererek tanıttığı kahveleri herkesi etkilemeyi başarmış. Deneyenler sadece güzel tadının ve kokusunun değil kültürünün ve sohbetinin de müdavimi olmuşlar.
Yıllar boyunca sadece sokakta ve evlerde içilen kahve, 1686 yılında Paris’in ilk kafesi Café Procope’un açılmasıyla farklı bir boyuta geçmiştir. O günden beri Paris’te kafe kültürü, edebiyat, sanat, felsefe gibi konuların gelişimini sağlamış ve Paris’in sembollerinden biri haline gelmiştir.
Paris’te Osmanlı’dan gelen kahveyi ilk servis eden Café Procope, Paris’te 6. bölgede Saint-Germain Bulvarı’nda yer alıyor. Açıldığı yıldan beri kalitesinden asla ödün vermemiş hatta kendini geliştirmiş, zengin menüsü ve lezzetli yemekleriyle hala Paris’in en ünlü ve şık restoranları kategorisine rahatlıkla koyabileceğimiz Le Procope aynı zamanda adeta bir müze. Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve Voltaire’den başlayarak değişik devirlerde Denis Diderot, Balzac, Rousseau, Verlaine gibi önemli isimlerin müdavimi olduğu bu restoranda onlarca orijinal tabloyu restoranın otantik ve tarihi dekorasyonu eşliğinde inceleyebilirsiniz. Napoléon Bonaparte’ın bizzat iddaa sonucu bıraktığı şapkasından, Café Procope’da günde yaklaşık 100 fincan espresso’yu çikolatayla karıştırarak içtiği söylenen Voltaire’in sonsuza dek rezerve edilmiş masasına kadar her şey insanların ilgisini buraya toplamayı başarıyor. Ayrıca fransız gastronomisini de başarıyla yansıtan bu restoranda soğan çorbası ve crème brûlée mekanın en müthiş lezzetleri arasında.
Kahve Paris’e geldiği devirden bu yana sosyokültürel alanda derin izler bırakmıştır. Sanat, edebiyat ve felsefe alanları için sohbet ve fikir alışverişi ortamı hazırlaması bu alanlardaki gelişmelere katkı sağlamış ve bu sohbetlerin yapıldığı mekanların da popülerlik kazanmasına sebep olmuştur. Yine Saint-Germain bulvarında bulunan Les Deux Magots ile neredeyse yan yana konumlanmış Café de Flore’un yıllardır süren çekişmesi de bu yüzdendir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni akımların öncüleri düşüncelerini bu iki kafede şekillendirmişlerdir. İlk popülerleşen Les Deux Magots olur, Pablo Picasso’dan Ernest Hemingway’e James Joyce’dan egzistansiyalizmin öncüleri Sartre, Beauvoir ve Camus’a herkes orada takılır. Ancak herkesin bu insanları görmek için bu kafeye akın etmeleri sonucu kalabalıktan uzaklaşıp yalnız kalmak isteyen aşıklar Beauvoir ve Sartre lokasyonu biraz daha kuytu kalmış Les Deux Magots’un tam arkasındaki Café de Flore’a gitmeye başlarlar. İşte bu iki art nouveau tarzındaki her turistin muhakkak uğradığı kafenin arasındaki çekişme böyle başlar.
Paris kafeleri o dönemlerde siyasetle de iç içeydi. Hatta siyasi görüşünüze göre gittiğiniz kafeler ayrışırdı; bir rivayete göre hükümetler Brasserie Chez Lipp’de kurulur, la Coupole’de bozulurdu.
Şu an neredeyse herkesin günlük hayatının bir parçası olan kahve Fransızlara Türklerden bir armağanıdır. Kültürlerinin önemli bir kısmını oluşturan kahve Fransızlar için vazgeçilmezdir. Tarihi dokusu çok güzel korunmuş kafeleri ile Paris, bu güzel hikayelerin içindeymişiz gibi hissetmemizi sağlıyor.
Elif Kılıç