İz Bırakanlar: Acı ve Sanat Dolu Bir Kadın “Frida”
“Creían que yo era surrealista, pero no lo era. Nunca pinté mis sueños. Pinté mi propia realidad.”der güzel Frida. Yani: “Benim sürrealist olduğumu düşünüyorlar fakat hiçbir zaman hayallerimi ya da kabuslarımı resmetmedim. Ben sadece kendi gerçekliğimi resmettim.”
Bu yazımda size tarihte iz bırakmış (en azından benim için) muhteşem bir kadından bahsetmek istiyorum. Frida Kahlo…
Nam-ı diğer, Tahta Bacak Frida…
Üst kısımda alıntıladığım sözünde de değindiği gibi Frida gerçeküstü olmadığını vurgular. Otoportrelerinde ve resimlerinde aslında çektiği saf acı ve hüznü realist bir şekilde resmetmeye çalışmıştır. O, acıyla adeta saatlerce ter dökerek tango yapmış bir kadındır benim gözümde.
Frida Kimdir?
Tam adı Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon olan ünlü ressam, 6 Temmuz 1907’de Meksiko şehrinin Coyoacán bölgesinde dünyaya geldi. Sol görüşlülüğüyle bilinen Frida, doğum gününü Meksika Devrimi’nin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak kabul etti.
Hayatının modern Meksika’nın yükselişiyle başlamış olmasını istedi.
20. yüzyılın popüler kültür ikonu oldu kendisi.
47 yıllık yaşamına ilginç ve acılarla bezenmiş bir hayat öyküsü sığdırdı.
Frida… Adı gibi eşsiz, bohem ve özgür olmasının nedeni belki de genlerindeki Kızılderili kanından ileri geliyordur. Gen aktarımı ve Kızılderili bir sütanneye sahip olması, onun bilinenin aksine sıra dışı bir kişi olmasında rol oynamıştır.
Bence Frida’nın çocukluğu tam olarak Anne Shirley gibiydi.
Çünkü Frida da onun gibi her fırsatta babası Gulillermo’ya sıra dışı ve beklenmedik sorular sormuş. Bu sorular da babasına adeta zihin jimnastiği olmuştur.
“Babam Guillermo Kahlo, çok ilginçti; davranışları, yürüyüşü oldukça zarifti. Sakin, çalışkan, yılmak bilmez bir adamdır.”
Neden “Tahta Bacak Frida”?
Daha 5 yaşında iken babasıyla çıktığı bir gezinti sırasında ayağı ağaç köklerine takıldı ve büyük bir acıyla yere yığıldı. Bu talihsiz olaydan sonra geçirdiği çocuk felcinin ardından ona kalan az topallayan çelimsiz bir bacaktı. Bacağı engelli kalan Frida’ya ‘Tahta Bacak Frida’ lakabı takılmıştı.
Ayağına giydiği kalın ve kat kat çorapları bile ayakkabısının içinde incecik duran bileğini büyüterek diğeri ile eleştirirken, eksikleri dengeleyebileceğine inanır.
Neredeyse burada başladı Kahlo’nun bedeniyle verdiği savaşı. Bilmiyordu ki onu niceleri bekliyordu.
Frida, bu acı olayı şu sözlerle dile getirdi:
“Chapultec’teki düşüşümle, daha sonraları yaşadıklarım arasında ne tür bir bağlantı kurulabilir, bilmiyorum ama kesin olan birşey varsa, o da acının bedenime ilk kez o gün girmiş olduğudur.”
Zamanının en iyi eğitimini veren Ulusal Hazırlık Okulu’nda okuyan Frida, sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlarla ilgilendi. Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda, Alfonso Villa gibi isimlerle okul arkadaşı oldu.
19unda iken o dönemki aşkı Alejandro Gomez ile birlikte bindiği otobüsten şemsiyesini unuttuğu için inip başka bir otobüse binince hayatı değişti.
Birbirlerinin hayatında büyük iz taşıyan talihsiz kaza yüzünden yıllarca bir arada anılmaya devam edeceklerdi.
“Sen daima yaşayan bir insansın. Yaşadığını hissederek yaşar ve etrafındakilere yaşam hediye edersin.
Sanat ve Felsefe Kulübü’nde seni ilk gördüğüm an biliyordum benim hayatımda derin bir iz bırakacağını ve tam da böyle oldu.
Senin bedeninde derin bir yaranın açıldığı o kaza, sadece vücudunu ikiye bölmedi aslında, ikimizi ortadan ikiye kesti.
Tanrı’nın beni yaratma şekline uygun yaşadığım doğrudur Frida ve üzgünüm.
Kusursuzdun, kusurların bedeninde belirdiğinde de ruhen kusursuzdun ama benim erkek tohumlarım senin enkaz bedeninde yetişemezdi. Affet.”
Ve şimdi, “Ben iç güzelliğe, dış güzellikten daha çok önem veririm. İçi güzel olsun.” diyenler kulübünü bir kenara alalım.
Demek ki dönem fark etmeksizin her zaman insanın gözünde fiziki görüntü bir şekilde ön plana geçmeyi başarıyor. Ne kadar yazık.
Aynı sözlerim Frida için de geçerli, vücudunu ve görüntüsünü o kadar sevmiş ki, her şeyden daha çok. Kendine aşık bir kadın var karşımızda. Öyle kazalar, öyle ameliyatlar geçirmiş ki, hayat bir an da tersine dönmüş onun için. Sonra kendini içten kucaklamayı ve ruhuna sanat ile dokunmayı öğrenmiş.
“Hasta değilim. Sadece paramparçayım, yine de resim yapabildiğim sürece hayatta olmaktan memnunum.”
“Bedenim beni bırakacak. Oysa ben, hep o bedenin kurbanı olmuşumdur; biraz asi de olsa bir kurban işte. Biliyorum, aslında birbirimizi yok edeceğiz, böylece mücadele sonunda ortaya hiçbir galip çıkmayacak. Düşüncenin, sırf hasar görmemiş olmasından ötürü, tenden oluşan öteki maddeden kopabileceğini düşünmek ne hoş ve sürekli bir yanılsama.”
Kahlo’yu İkiye Bölen O Tarih (17 Eylül 1925)
Alejandro ile birlikte bir otobüse binerler.
Insanların gürültülerini duymaksızın, sevgilisinin şiir kitabına odaklanır Frida.
Şiirlerin etkisi ve büyüsüyle birbirlerine aşkla bakan çift, “Hayır!” çığlıklarıyla kendilerine gelirler.
Xochimilo hattının treninin sesinin ardından otobüs sürüklenmeye başlar.
Otobüs parçalara ayrılırken içindeki herkes ya havaya uçar ya da koltuk arasındaki boşluklara sürüklenir. Kaza çoğu yolcunun düşerek otobüsün altında kalmalarına neden olur.
Tren tarafından bir süre sürüklenen otobüs, en sonunda şiddetle yakınlardaki bir binanın duvarına çarparak durur.
Alejandro kazayı birkaç çizik ve ezilme ile atlatır ve etrafta Frida’yı aramaya başlar.
Onu bulduğunda yüzü bembeyaz olur.
Frida, yolun üzerinde çırılçıplak bir vaziyette kanlar içinde yatmaktadır. Çarpışmanın etkisi ile sürüklenmesi sonucu sert zemin onun kıyafetlerini parçalamıştır.
Alejandro bağırarak ağlamaya başlar ve onu kucağına almak ister.
Ama o anda kan dondurucu gerçeği fark eder.
Otobüsteki bir tutunma direği yerinden çıkıp Frida’nın sol kalça kemiğinden girip, leğen kemiğinden çıkmıştır.
Aynı zamanda hastanede fark edilir ki alt omurgasının üç yerinde hasar, bir köprücük kemiği ve iki kaburgasında kırık, çocuk felci yüzünden zayıf kalan bacağında ise 11 kırık,
sağ ayağında çıkma ve ezilme, sol omzunda çıkık ve kasık kemiğinin 3 yerinde yırtık vardır.
Aynı zamanda dişilik organları da büyük zarar görmüştür.
Bu kaza yüzünden hayatı boyunca 32 kez ameliyat olur.
Kaza yüzünden kangren olan zayıf sağ bacağı kesilir.
Kaza sonrası yatağa mahkum olur.
Hayatı uzun bir süre korseler, ameliyatlar, doktorlar ve hastaneler arasında geçer.
9 ay yatağa bağımlı yaşar.
Biraz daha iyileştikçe doktorlar bir sonraki ameliyatının planını yaparlar.
Bu onu elbette ki fazlasıyla huzursuz eder.
Kaza yüzünden final sınavlarına giremez ve bir sonraki dönem için kayıt yaptıramaz. Böylece doktor olma hayalleri tuzla buz olur.
Bu dönemde tamamen yatağa mahkum olduğu için can sıkıntısından resim yapmaya başlar.
Ve böylece, babasının da teşviki ile, asla meslek olarak hayal etmediği ressamlık Frida’nın tüm hayatı olur.
Bizi sanatıyla mest eden bu kadın resme böyle adım atar.
Annesi Mathilde onun için yatakta yatar durumda resim yapabilmesi adına marangoza bir tuval yaptırır.
Nesneleri her açıdan görebilmesi için de tavan dahil odanın birçok yerine aynalar yerleştirir.
Bu oda ve bu tuval neredeyse Frida’nın bütün dünyası olur.
Acının, aşkın ve sanatın kadını sahnededir artık.
Ilk otoportresi, “Kadife Elbiseli Otoportre”dir.
1927 yılı sonu nihayet yürümeye başladı.
Sanat ve siyaset camiası ile yakınlaştı. Kübalı önder Antonio Mella ve fotoğrafçı Tina Modotti ile tanışıp yakın arkadaş oldu.
Dönem sanatçılarının davetlerine ve sosyalistlerinin münazaralarına katılmaya başladı.
1929’da Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu.
Tina bu partinin üyesidir zaten.
Tina’yla artan yakınlıkları onu Diego’ya doğru adım adım götürür. Tina onları bir araya getirmek için elinden geleni yapar.
Tina, onun hayatının Diego yüzünden acı içinde olacağını ön göremez ama iki şeyi ön görür:
Ilki Frida’nın Diego’ya olan ilgisini ve hassasiyetini fark ettiği için güzel bir aşk yaşamasını ister.
Ikincisi Frida’nın sanat dünyasında zamanla büyüyeceğine inandığı şöhretini ilerletecek bir birlikteliği olacağına inanır.
Böylece ikilinin yolları ikinci kez kesişmiş oldu.
Fil ve Güvercinin Aşkı
Ben diyorum ki, keşke tanışmasalardı.
Zaten yeterince acı çeken bu kadın, aldatan, tek eşli yaşayamayan ve doymak nedir bilmeyen bir adamın güvensiz kollarına bırakacaktı kendini.
Ne yazık, onun için artık “Bir Diego, bir sanat” olacaktı.
Bir sözünde Frida şunları söylüyor:
“Beni anlamadın demeyeceğim. Beni anladın. Zaten en dayanılmaz acı buydu. Sen beni anladın. Anladığın halde canımı yaktın.”
Diego, “Meksikalı Michelangelo” olarak anılan o dönemin en ünlü ve en büyük sanatçısıdır.
Iri gövdeli, büyük bir göbeği olan ve kocaman kafaya sahip biri. Böyle diyor Frida, böyle tanımlıyor onu. Ama ne var ki bu adama ömrünün sonuna kadar aşık oluyor. Zekasına, becerilerine ve kendinden emin tavırlarına hayran kalıyor. O da biliyor, tıpkı diğer kadınlar gibi. Nedense hepsi Diego Rivera’yı istiyor hayatında.
Ama ne var ki Frida’yı diğer kadınlardan kat ve kat ayıran özellikler var.
Tıpkı Diego da Frida gibi, hayatı ve kendi birikimlerini uzun uzun konuşabileceği, zeki ve kültürlü, sadece görüntüden ibaret olmayan kadınları hayatına alırmış.
Ama bir şey var ki Frida’da bunlardan kat ve kat fazlası varmış ve böylece o Diego’nun en kıymetli aşkı olmuş.
Frida güncesinde şöyle bahsetmiş ondan:
“Ben olmasam, ben Frida olmasam sen sadece şişman, çirkin dev ailesinden dünyaya düşmüş herhangi bir adam, sanat tarihi ve sanat dünyası için başarılı bir duvar ressamı olarak anılacaktın. Ben seni aşkı yaşamak için seçmeseydim sen hayatımın içindeki meslektaşlarımdan biri olacaktın…”
Tüm çevresinin itirazlarına rağmen, kendisinden 21 yaş büyük ve bedenin 3 katı olan bu adamla 21 Ağustos 1929’da evlendi.
O yıllarda Frida’nın ailesi ve yakınları aşağılayıcı bir benzetme yapar onlar için: “Fil ile Güvercin aşkı”.
Frida, Diego’nun üçüncü eşi olur.
Bu evlilik tabi ki kusursuz olarak ilerlemez ve Frida defalarca aldatılır.
Rusya’da kaldığı süre içinde, Angelina Beloff ile birlikte yaşayan Diego, asla sadık bir erkek olmadı. Ne başka kadınlarla birlikteyken, ne de Frida ile evlendikten sonra.
Sorunlu bir süreçle devam etti evlilikleri.
Geçirdiği kaza sebebiyle hasar gören bedeni yüzünden çocuğunu aldırmak zorunda kaldı ve daha sonralarda iki defa düşük yaptı.
Kayıplarını resimlerine de yansıttı.
“Mutluluk nedir, biliyor musun?” diye sordu Frida, muzip bir bakışla.
‘Sosyalizm olabilir ya da belki nirvana.”
Hayır öyle değil, şu an mutluluk nedir?
”Sıcacık öğle yemeğini getirdiğin çiçekli küçük sepet.”
Bak Diego, yine bulamadın. Şu an mutluluk, bu söylediğinin biraz daha ötesinde bir şey. Ben hamileyim. Duyuyor musun? Kurbağayla beyaz güvercin karması minik bir bebeğim olacak.”
Diego’nun sadakatsizliklerine daha fazla dayanamayan Kahlo, 1939 yılında ondan ayrıldı ama 1 yıl sonra yeniden evlendiler. Sanki lanetiydi Frida’nın. O kadar aşıktı ki.
Acıyla Harmanlanmış Portreler
Sık sık sağlığı bozulan Frida, katlanılamaz acılarla başa çıkmak için bütün gücüyle resim yaptı. Tek dayanağı o ve aşkıydı. Yalnız ülkesinde değil, Amerika ve Fransa’da sergiler açmıştır. 1938’de New York’ta açtığı sergi ona büyük ün getirdi, 1939’daki Paris sergisi ile övgüler topladı.
1943’te La Esmeralda adlı yeni bir sanat okulunda öğretim üyeliğine başlayan Frida, sağlık durumu kötüleşmesine rağmen ders vermeyi on yıl boyunca sürdürdü. Sağlık koşulları nedeniyle Mexico City’e gidemediğinden, derslerini evinde veriyordu. Öğrencilerine “Los Fridos” (Frida öğrencileri) denildi.
Kahlo’nun tamı tamına 143 resmi var; bunlardan 55 tanesi otoportre türünde. Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran bir ayna ile bakarak ve kucağında bir tuval ile geçiren biri için normal bulunabilir ama bu portreler hiç de olağan değil.
Tamamen kendisi, tamamen onun özü.
Yalnızlığı, hüznü, acıları…
1953’te ölümünden kısa süre önce Meksika’daki ilk kişisel sergisine katılabilmek için doktorların emirlerine karşı geldi ve sergiye ambulansla gitti. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ve büyük bir mutlulukla. Bedenindeki dayanılmaz acıyı ve ağrıları sanat aşkıyla sarmalamıştı. Onun için nefes almak demek, işte tam olarak buydu.
Beyaz güvercin, 13 Temmuz 1954’te, akciğer ambolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; arkasında bıraktığı son eseri “Yaşasın Yaşam” isimli bir natürmort idi. Son sözleri ise, güncesine yazdığı şu cümleydi:
“Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğimi umarım.”
Küçük ve yorgun bedeni ertesi gün yakıldı. Külleri, Mavi Ev’de muhafaza ediliyor. Mavi Ev, 1955’te Diego Rivera tarafından devlete bağışlandı. Şimdi müze olan evde Frida’nın eşyaları sergileniyor. Bu eşyalar arasında dolabından çıkan orantısız narin bacakları için özel tasarlanmış ayakkabıları da var.
( Mavi Ev, Kahlo’nun babası Guillermo’nun kendi elleriyle inşa ettiği evdir.)
Hayatı 2002’de “Frida” ismi ile beyaz perdeye aktarıldı. Bu filmde Kahlo’yu Salma Hayek canlandırdı. Bu filmi büyük bir hayranlıkla izledim. Hayek, Kahlo’yu öyle güzel canlandırmış ki sanki etten kemikten Frida yeniden karşımızdaydı.
Daha sonrasında 2005 yılında “The Life and Times of Frida Kahlo” adlı bir belgesel de çekildi.
Güzel ve şahsına münhasır tarzı, Kahlo stili olarak ünlü Fransız Jean-Paul Gaultier tarafından 1998 yılında bir defilesinde sergilendi. Bu defile, dünya basınında ve moda camiasında büyük ilgi gördü.
Hayatını konu alan “Frida Kahlo – Aşk ve Acı” adlı kitap Raunda Jamis tarafından kaleme alındı, Türkçeye çevrildi.
Aynı zamanda benim okuduğum “Frida Kahlo” adlı kitap da Nazan Arısoy tarafından kaleme alındı. Muhteşemdi, adeta iliklerimize kadar hissettirdi bize Frida’yı.
Daha uzun uzun bahsetmek isterdim size Frida ile ilgili ama onun hayatını size sadeleştirerek anlatmak istedim.
Acının ve aşkın kadını Kahlo’yu bilin, biliyorsanız bile onu biraz daha tanıyın istedim.
Güçlü bir kadın, deli bir aşık, mükemmel bir ressam.
Şimdi de bir şarkı ile veda etmek istiyorum sizlere.
Bensu ERBOĞAN
Kaynakça:
Frida Kahlo Kitabı – Nazan Arısoy