Dünyadan

Peste Noire

Peste Noire

Giriş 

Her insan ölüme yazgılıdır. Yaşamın son çizgisinde sessizce bekleyen ölüm, hayat ekinlerini biçerek, devinim içerisinde olan varlık ve yokluk arasındaki çekişme için üstüne düşeni yapar. Ölümün sessiz köpürtüsü mağrur olmasından değil; acımasız, ani ve kesin olmasından ileri gelmektedir. Ölüm gerçeğinin, hedonistik yaşamın gölgesinde saklanması ve unutulması ise insanoğlunun acizliğinin vesikası niteliğindedir. Bu gerçekle yüzleşilmesi, sindirilerek terbiye edilmesi neticesinde insanlığın kısa süreli hayatına anlam katacağı kanaatindeyim. Ancak kitlesel anlamda sürekli acı çeken ve kurtuluşun olmadığı sanrısı içerisindeki bir yaşamla cezalandırılmış insanlık güruhu kendi yaşamlarında ne gibi bir anlam bulabilir?  

Bu motivasyon ile araştırmaya koyulduğumda tarihte birçok kanlı savaş, toplumsal krizler, katliamlar ile karşılaştım. 1347-1351 yılları arasında patlak veren ve Kara Veba (Black Plague) olarak adlandırılan ikinci büyük salgın, ölümün kaçınılmaz olduğunu belki de ilk defa topluma bu denli travmatik bir şekilde aksettirmişti.  

Kayıtlara ilk kez geçen ilk büyük salgın ise 541-760 yıllarında Doğu Roma imparatorluğu zamanında Kuzey Afrika’da başlayıp tüm güney Fransa’ya kadar etkili olmuştur. Yine o zamanlarda yaşayan Tours rahibi Gregory ise şu sözlerle tanık olduğu travmayı anlatmaktaydı: 

“Ölüm aniydi. Bir yılan gibi kıvrılmış bir yara, kasık veya koltuk altlarında belirdi ve zehir hastaları öyle etkiledi ki ikinci veya üçüncü gün ruhlarını teslim ettiler. Kısa sürede tabut kalmadığından, altı hatta daha fazla insan aynı mezara gömülüyordu. Bir Pazar günü St. Peter Bazilika’sında (Clermont /Fransa) 300 ceset sayıldı. İnsanlar o günlerde yapabilecekleri en iyi şeyin bozulmuş havayı defetmek olacağını düşünmüşlerdi. Kapılara haç astılar  çeşitli kokular ve dumanla bozulmuş havayı uzaklaştırmaya çalıştılar”.

İlk salgının etkileri, teolojik öğretilerin Avrupa anakarasında henüz yaygınlık kazanmamış olması ve yazılı kaynakların çoğaltılmasındaki teknik sınırlılıklar nedeniyle, Fransa özelinde kayda geçirilmiş; bu da olayların geniş kitlelere ulaşmasını engellemiştir. Bu sebeple, Jüstinyen Vebası’nın etkileri yalnızca belirli bölgelerde ve sınırlı sayıda metinle belgelenebilmiştir.

Kara Veba salgını (1347-1351), sanıldığının aksine Fransa anakarasında ortaya çıkmamış; Asya steplerinden başlayarak kademeli bir şekilde Avrupa’ya ulaşmıştır. 2010 yılında paleogenetikçiler ve mikrobiyologlar tarafından Fransa’nın Saint-Denis ve Marsilya kentlerindeki mezarlıklarda yapılan kazılarda, vebanın Yersinia pestis adlı bir bakteri tarafından meydana geldiği tespit edilmiştir. Ayrıca, hem bu salgının hem de daha önceki Jüstinyen Vebası’nın kökeninde aynı bakterinin yer aldığı anlaşılmıştır.

Daha geriye gidersek, 14. yüzyılda kullanılan ticaret rotaları incelendiğinde, Karadeniz üzerinden tahıl, bal, kürk, deri ve köle gibi yükleri taşıyan Venedik ve Ceneviz gemilerinin yüksek risk faktörü oluşturduğu görülmektedir. Bu yük gemileri, fare, sıçan gibi küçük kemirgenlerin ve pirelerin yaşamlarını sürdürebileceği ortamlar oluşturmuş; böylece veba bakterisinin Fransa’ya taşınmasında ilk adımı atmışlardır.

1348 yılının Ocak ayında veba, Marsilya Limanı’na çoktan ulaşmıştı. Salgının Marsilya’daki ilk ayında 56 bin kişi yaşamını yitirdi. Hastalık hızla Montpellier, Narbonne, Carcassonne, Toulouse ve Bordeaux şehirlerine yayıldı. Rhône Nehri boyunca ilerleyerek papalık merkezi Avignon’a, ardından Lyon üzerinden Haziran 1348’te Paris’e ulaştı. Avignon, yoğun bir hac merkezi olması nedeniyle salgının hızlı yayılmasına zemin hazırladı; şehirde yaklaşık 120 bin kişi hayatını kaybetti, papalık delegelerinin %21’i öldü. Dönemin en saygın hekimlerinden Guy de Chauliac, Papa IV. Clement’e şehri terk etmesini önerdi. Ancak Papa inzivaya çekilmeyi ve bulunduğu yerde sürekli ateş yaktırarak kendini koruyabileceğini ummayı tercih etti.

http://www.dodedans.com/Exhibit/Paris/Xlarge/marchant-65.jpg

The Bigot Woman and Fool – Guy Marchand (1486)

Galen, Hipokrat ve İslam âlimlerinin uyguladığı yöntemler salgına karşı etkili olmuyordu. Bunun farkına varan hekimler, kendilerini koruyabilmek için hastalara yalnızca uzaktan tavsiyelerde bulunmakla yetiniyordu. Bazı papazlar ise ölüleri gömmeyi ve günah çıkarmayı dahi reddediyor, kiliseleri terk ediyordu.

Kral VI. Philip, salgının sebeplerini araştırmak üzere Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden bir rapor hazırlamasını istemişti. Fakülte, bu talep üzerine Compendium de Epidemia adlı eseri kaleme aldı. Halk sağlığı hareketinin öncülerinden sayılabilecek bu eser; salgının nedeninin gezegen hareketleri ya da doğrudan yayılan “zehirli” bir gaz olabileceğini öne sürse de, nihayetinde bu felaketin insan aklının kavrama kapasitesini aşan bir sebebe dayandığını açıkça ifade etmiştir.

Dönemin münevverlerinden ve papalık sarayında görev yapmış olan Louis Sanctus’un mektuplarından aktardığım aşağıdaki pasaj, Tıp Fakültesi raporunu destekler niteliktedir:

“Şu anda ikamet ettiğim Avignon’da tıp uzmanları hastaları otopsi ediyor, yıkımın ortasında cevaplar arıyorlar. Ancak uzmanlıklarına rağmen veba anlaşılamaz durumda. Kökeni gizemli kalıyor, seyri öngörülemez. Bu beladan kurtulmak için dua edebilir, sadece bu zor zamanlarda dayanma gücüne sahip olmayı umabiliriz.”

Vebanın bilinen üç farklı türü Fransa’ya yayılmıştır: Bubonik veba, idrar, ter ve tükürüğün kötü kokmasıyla kendini gösterir. Kuluçka süresi 2 ila 5 gün arasında değişir ve hastalarda titreme, yüksek ateş, sersemlik, karın, sırt, kol ve bacak ağrıları gibi belirtiler ortaya çıkar. Vücutta beliren şişlikler bir hafta içinde iltihaplanırsa iyileşme şansı vardır; ancak bu gerçekleşmezse ölüm riski %40 ila %70 arasında değişmektedir. Pnömonik veba, solunum yoluyla bulaşır, hızla ilerler ve birkaç gün içinde %95 ila %100 oranında ölümle sonuçlanabilir. Septisemik veba ise nadiren görülür; doğrudan kana bulaşarak çok kısa sürede ölüme yol açar.

Fransızlar, Tanrı’nın gazabı olarak adlandırdıkları ve gizemli saydıkları salgına tamamen teslim olmamış; önleyici tedbir olarak düşündükleri rutinlerine sığınmaktaydılar. Aşırı yemek ve içecekten kaçınılmalı, banyo yapmak ve cinsel ilişkilerden uzak durulmalı, bal yenmemeli, meyve tüketimi en aza indirilmeli, karanfil, zerdeçal, hindistancevizi, amber, misk ve biberiye koklanmalı, bol miktarda sirke kullanılmalı, sandal ağacı, menekşe ve zambaklar koklanmalıydı. Çünkü hastalığın yayılımında kötü hava akımlarının etkili olduğu düşünülüyor ve güzel kokuların miasmayı önleyeceği varsayılıyordu.

PL1_37.1995_Fnt_TR_T95

Saint Sebastian Interceding for the Plague Stricken- Josse Lieferinxe

Tavsiyeler üzerine ve durumun daha da kötüye gittiğini gören Kral VI. Philip, Normandiya’ya doğru, hamisindeki kişilerle birlikte, korunaklı ve ıssız bir yer aramaya yola çıkmıştı. Kroniklere göre zenginler şehirleri terk edip ıssız yerlerdeki evlerine çekilmiş, fakirler ise Paris’in dar sokaklarında veba ile baş başa kalmışlardı. Bazıları kimsenin haberi olmadan yalnız başına ölüyor ve pis kokuları nedeniyle ancak ölü toplayıcıları sayesinde fark ediliyorlardı. Veba döneminde ortaya çıkmış olan mezar kazıcılığı ve ceset toplayıcılığı, yaptıkları iş nedeniyle ölseler de, ölenlerin evlerini yağmalama gibi ayrıcalıkları kullanarak adeta ölümle dans etmelerini sağlıyordu. Üzerlerinde kızıl haç işaretli tütsücüler ise, içleri boşalan evleri ve sokakları temizlemek adına tütsü yakıp dezenfekte etmeye çalışıyorlardı. Kullanılmış eşyalar toplanıp yakılıyordu. Paris’te ise aç kurtlar ve diğer vahşi hayvanların, unutulan cesetleri yemek için şehre akın ettiği bilinmektedir.

C:\Users\Windows\AppData\Local\Microsoft\Windows\INetCache\Content.Word\citizens-of-tournai-bury-their-dead-12033.jpg

Citizens of Tournai Bury Their Dead- Pierart dou Tielt (1350). 

Pazar günleri din adamları, vahiy kitabında yer alan “Dördüncü Atlı” bölümünü okuyordu; Paris’te uyarıcı nitelikte çan kulelerine siyah bayraklar asılıyordu. Papa Clement, birçok kurbanın defnini kendi masraflarıyla karşılamaya çalıştı. Mezarlıklar dolup taştığı için yeni araziler satın aldı. Bazı yerlere ise toplu mezarlar açıldı (fosse commune). Rhône Nehri’ni kutsadı ve bazı ölüler buralara bırakıldı.

Bu felaketin sonucunda, Fransa nüfusunun yarısı yok oldu. Marsilya, Paris ve Strasbourg gibi şehirlerde binlerce kişi hayatını kaybederken, Kara Veba nedeniyle Fransa genel nüfusunun %30-%50’sinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. En fazla can kaybının Paris ve Marsilya gibi büyük şehirlerde olduğu düşünülmektedir. Kırsal bölgelerde ise rakamsal anlamda kesin veriler olmamakla birlikte, veba sonrası iş gücü kaybı nedeniyle köylülerin yüksek ücret talep ettiği, hasatların sekteye uğradığı ve hayvancılığın zarar gördüğü bilinmektedir. Yüzyıl Savaşları’nın kritik evrelerinde etkili olan Kara Veba, İngiltere’yi de vurmasına rağmen Fransa’ya mutlak bir avantaj sağlamamış; ancak her iki ülkenin genel savaş dinamiklerini derinden etkilemiştir.

Toygar ÇARDAK

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu