Aşk Nedir? Aşka Sitayiş – Bölüm 2: Filozoflar ve Aşk
Geçen haftaki yazıda ilk bölümünü incelemeye çalıştığım ”Aşka Sitayiş” kitabının ikinci bölümü, çok daha çetrefilli bir anlama ve açıklama çabası gerektiriyor. İkinci bölümün zorluğu ve kendimce özetleme yapma çabalarım sonucu bazı kısaltmalar söz konusu olabilir. Konuyu derinleştirmek isteyen okuyucuyu Twitter, Facebook ya da Instagram’da labohème hesaplarına yorum yapmaya davet ediyorum.
İlk bölüm için bkz: https://labohemedergisi.com/2022/07/ask-nedir-aska-sitayis-bolum-1/
Badiou ikinci bölümde bazı filozoflardan örnek vererek bir giriş yapmış ve aşkın tanımlanma çabalarından ufak da olsa bahsederek mevzuyu kendi bakış açısına ustaca getirmiş diyebiliriz. Konuyu ilk olarak Aude Lancelin ve Marie Lemonnier’nin yazdığı ”Filozoflar ve Aşk. Sokrates’ten Simone de Beauvoir’a: Sevmek” kitabıyla ele almış ve bu kitabın ışığında, ara düşünceler olsa da, filozofların iki ana kategoride (iki ana uç noktada) değerlendirilebileceğini söylemiş. İlkinin Arthur Schopenhauer’in temsilciliğini yaptığı ”aşk karşıtı” düşünce olduğunu söylemek mümkün. Schopenhauer, aşk tutkusunu yaşayan kadın milletini asla affetmeyeceğini çünkü bu sayede hiçbir değeri olmayan insanlığın (insan türünün) devamlılığını sağladıklarını söylüyor ve aşkı bir nevi reddediyor.
Bu uç düşünce üzerinde çok durmadan diğer uca gidiyor Badiou. Aşkı ”Öznel deneyimlerin en üst aşaması” olarak değerlendiren filozoflardan Kierkegaard’ı ele alarak bu uca bir açıklık getiriyor. Kierkegaard’a göre aşkın 3 aşaması var. Birincisi estetik aşaması: Yani baştan çıkarmanın, flörtün ve benzer davranışların tekrarlarının olduğu aşama. Bu aşama ”ben”in haz aşamasını yani bencillikten ve bencilliğin ona sunduklarından yararlanmayı barındırır. İkincisi etik aşama: Bu aşamadaki, gerçek aşktır ve bu aşama dini aşamaya geçmek için bir basamaktır diyebiliriz. Üçüncü aşama: Ebedilik, yani etik aşamadan geçerek varılan evlilik aşamasıdır. Bu aşamada dini ögelerden yararlanarak evlilik, kontrolsüz aşkın yaratacağı sosyal sorunları engellemek için yapılmış bir anlaşma değil, tam tersine aşkı varış noktasına götüren ”öz” olarak tanımlanmıştır. Bu üç aşama sonucunda ortaya ”üst insan” çıkar. Özetlemek gerekirse aşk, aşamaları tamamlandığında evlilik ile birlikte üst insana ulaşmanın bir aracıdır diyebiliriz.
Bir tarafta aşkın bir zırvalıktan ibaret olduğunu iddia eden bir grupla diğer tarafta aşkı dinsel ögelerle Tanrı katına çıkaran bir diğer grup arasında felsefi bir gerginlik olduğunu söylemek mümkün. Bu ikileme çok girmiyor Badiou, Platon’un ”idea”sından yola çıkarak yavaş yavaş kendi düşünce yapısına getiriyor konuyu. Platon’da ”idea” kavramını çok kısa açıklamak gerekirse; bir oluşumun, bir maddenin kafamızdaki ideal hali olarak adlandırılabilir. Objelerin gerçek halleri hiçbir zaman kafamızdaki ideal gibi olmasa da bize o ideali hatırlatırve biz güzel ”idea”sına doğru ilerleriz. Burada aslında öznel deneyimlerden evrenselliğe giden bir yol vardır ve ”idea” bu evrenselliğin temsilcisidir.
Bir anlamda biricik ve çok öznel olan kişinin, aşktaki rastlantı deneyiminden evrensel ”idea”ya giden bir yol vardır. Bir sürü klişenin doğru çıkması ya da her dönemin kendi içerisindeki aşk filmlerinin birbirine benzemesi bu öznellikten evrenselliğe geçişe örnek oluşturabilir. Kuşkusuz rastlantının herkes tarafından farklı şekillerde ve bir sürü farklı deneyimle yaşandığı doğru olsa da genel olarak insanlık tarihinde bu rastlantısallığa ortak bir değer atfedilmiştir ve bu karşılaşma yeni bir hayatın başlangıç noktası olarak kabul edilir, ve tam da burada çok ilginç ve derinlemesine düşünmeyi hak eden şu iki cümleyi kuruyor Badiou; ”yalnızca önemsiz bir karşılaşmayla dünyayı kimliğimizle değil farklılıklarımızla deneyimleyebiliriz.” ve ekliyor ”…aşk gerçekten rastlantısallığa duyulan güvendir.”
Alain Badiou’nun, aşkın en büyük teorisyenlerinden biri olarak gördüğü Jacques Lacan’a geliyor sıra. Cinsel ilişki konusunda söyledikleri bir dönem çok tepki çeken ve bir sürü muhafazakar düşüncenin de hedefinde olan Lacan’a göre cinsel ilişki diye bir şey yoktur. Cinsellikte herkes kendi hazlarıyla ilgilenir. Çıplak da olsanız, birbirinize yapışık da olsanız bu hayali durum sizi yanıltmasın. Aslında birbirinize çok uzak, kendi bedeninizin öznelliğine çok yakınsınızdır. Hatta orgazm aşaması da iki tarafın birbirinden en uzak olduğu aşama olarak bile değerlendirilebilir. Buna göre bu aşama bizi uzaklara bir diyara götürür ve götürdükçe birbirimizden uzaklaştırır. Bir nevi, karşımızdaki insanın bedeni aracılığıyla kendimizi keşfetme durumudur. Bu nedenden ötürü buna ilişki değil, ilişkisizlik demek mümkündür. Hatta daha ileri gidiyor ve diyor ki; bu ilişkisizlik durumunu, bu boşluğu dolduran şeydir aşk. Bir cinsel ilişki ne kadar güzel olursa olsun bittiğinde oluşan boşluk, başka bir ilişki şeklinin gelişmesine fırsat verir: Aşk, olmayan bir cinsel ilişkinin boşluğunda karşı tarafla başka bir ilişkilenme şeklidir diyebiliriz. Tabi bunu söylediğinde çok tepki çekmiş Lacan, ama sonraları bayağı ilgi görmüş bu teori. Anlaşılması biraz güç olduğundan, biraz daha derinlemesine gitmek gerekse de bu yazının konusu olmadığı için şimdilik burada bırakıyoruz.
Badiou, bu bölümde yukarıda anlatmaya çalıştığım aşka dair yaklaşımları 3 kategoride gruplamış: 1– Romantik görüş. Karşılaşmanın gücü üzerine yoğunlaşmış. 2– Bir önceki bölümde bahsettiğimiz Meetic ve görücü usulle evlenme yani sosyoekonomik dengelerin gözetildiği bir kontrat. 3– Aşkı reddeden kuşkucu yaklaşım. Fakat Badiou bu 3 yaklaşıma da aşkın indirgenemeyeceğini, kendi felsefesinde anlatmaya çalıştığının daha çok aşkın, aslında yeni bir ”hakikat” inşası demek olduğunu savunuyor. Dünyayı kimliğimiz üzerinden değil de farklılıklarımızla deneyimlediğimiz; cinsel çekimi, çocuğu ve iki kişinin farklılıklarından doğan binlerce sınavı içinde barındıran bir hakikat…
Bir noktanın üzerine basa basa doğru anlaşılması için uğraşıyor Badiou. Levinas bir başkasıyla birlikte olmanın en önemli yanının kişinin başkalarından olan farklılığı değil, farklılığın kendisi olduğunu iddia eder. Fakat Badiou ısrarla üzerinde durarak aşkı iki kişinin birbirinin farklılığını keşfetmesi değil, bu iki kişinin farklılıklarıyla yeni bir hakikat oluşturarak dünyayı bu hakikat üzerinden yaşamaları olarak tanımlamış.
Badiou, bizi güzel bir geziye çıkararak, birçok filozofun düşüncelerini kısaca özetleyerek kendi felsefesini ortaya koyuyor bu bölümün sonunda. Özetlemek gerekirse aşkı bir deneyimleme, bir keşif olarak değil; bir hakikat inşası, birin ikiye dönüşmesi ve farklılıkların prizmasından dünyanın yorumlanması ve deneyimlenmesi olarak tanımlamış diyebiliriz. Bir sonraki bölümde bu inşanın nasıl olması gerektiğine dair güzel bir iki şey söylemiş. Bunu da haftaya ele alacağız.
2.BÖLÜMÜN SONU – Haftaya: Aşkın İnşası