İz Bırakanlar: İsmail Hakkı Tonguç
Osmanlı İmparatorluğu; yıllar süren savaşlar, acılar, göçler sonunda ömrünü tamamlamıştı. Artık onun yerine, yeni bir ülke ve yeni bir ülkü kurulmuştu. Türkiye Cumhuriyeti, medeniyet sahnesine çıkmış ve kendisine çağdaşlık ülküsünü benimsemişti. Yeni kurulan cumhuriyet, çok kısa süre içerisinde engelleri aşmak ve birçok alanda gerisinde kaldığı devletleri yakalamak hatta onları geçmek zorundaydı. Bu ülkünün büyüklüğünü anlayabilmek için dönemin şartlarına biraz göz atmamız gerek. Nüfusun hatrı sayılır bir kısmı yıllarca süren savaşlardan ve göçlerden etkilenmiş, halk bitkin ve ekonomi iflas etmiş vaziyette. Yıllarca süren kapitülasyonlar zaten yerli halkın ekonomik anlamda gelişmesine engel olurken bir de üstüne yıllarca süren savaşlar eklenmiş ve halk sıfırı tüketmişti. Verdiğimiz var olma savaşında ülkenin üretim yapabilecek nüfusunun çoğunluğunu kaybetmiş durumdaydık. Öyle ki, tarihleri o döneme uzanan eğitim kurumlarımızın o dönemler hiç mezun vermediklerini görüyoruz. Bütün bir dönem, öğretmeni ve öğrencisiyle hep beraber cepheye koşmuştu. Savaştan geriye köylerde yaşlı nüfus, kadınlar, çocuklar ve gaziler kalmıştı. Buna karşılık, bunlar birer mazeret olamazdı. Yeni kurulan devletin bir ülküsü vardı: Muasır medeniyetler seviyesi
Atatürk bir gün Bulgaristan’da, ünlülerin uğrak yeri olan bir pastanedeyken bir Bulgar köylüsü gelir. Adamın giyiminden köylü olduğu anlaşılmaktadır. Garsonlara seslenir fakat kimse aldırış etmez. Bir pasta siparişi vermek için seslenir ama garsonlar onun buraya ait olmadığını ve gitmesi gerektiğini söylerler. Adam bunun üzerine sinirlenir ve şöyle der: “Bulgaristan benim vergilerimle ayakta duruyor. Savaş zamanı savaşır, barış zamanı üretirim. Şimdi verin benim pastamı, alın paranızı.” Bu çıkıştan sonra adama pasta getirilir ve Atatürk içinden şöyle der:”İşte, benim köylüm de böyle olmalı.”[1]
Bu köylüyü yaratmak kolay olmayacaktı. Kısa zamanda büyük atılımlar gerçekleşti. Bir ülke küllerinden doğuyor ve bunu bütün dünyaya ilan ediyordu. Bu atılımlardan en önemlisi eğitim alanında olmalıydı. O dönemki nüfusun sadece %10’luk bir kısmı okuma-yazma biliyordu. Bu, yüksek ülküler için kabul edilemez bir orandı. İsmail Hakkı Tonguç; ülkemizin tarihinde iz bırakan, başarılı sonuçlar elde eden fakat ülkemizdeki her faydalı şeyin cezalandırılması ilkesinden nasibini almış bir girişimin uygulayıcısıydı: Köy Enstitüleri
İsmail Hakkı Tonguç, 1893 yılında bugünkü Bulgaristan topraklarında doğdu. Ortaokula kadar orada eğitim gördükten sonra eğitimine devam etmek için tek başına İstanbul’a geldi. Burada Muallim Mektebi’nde eğitim gördü. Daha sonra 1918 yılında Almanya’ya gitti ve Ettlingen Öğretmen Okulu’nda sekiz aylık bir eğitim gördü. 1919’da yurda dönüş yaptı. Eskişehir Muallim Mektebi’nde Resim ve Elişi ile Beden Eğitimi öğretmeni olarak göreve başladı. Kariyeri boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı ve arada Almanya’ya giderek mesleki eğitim kurslarında incelemelerde bulundu. Tonguç’un Köy Enstitüleri’ini hayata geçirmesi ise 1935 yılında İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilmesiyle olanak buldu. Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a Köy Enstitüleri’nin temelini oluşturacak bir rapor sundu.
Anadolu’nun çeşitli yerlerini gezintiye çıkıp nerelerde eğitmen kursları açılabileceğini araştırdı. Mustafa Kemal Atatürk’ün de desteğiyle, okur-yazar oranını arttırmak amacıyla, askerliğini çavuş olarak yapmış kişiler altı-yedi ay süreyle eğitilip köylerine eğitmen olarak gönderildi. Aslında bu durum, hangi imkânlarla mücadele verildiğini gözler önüne seriyor. Öyle ki, okuma-yazma bilen insanlar sadece altı aylık bir eğitimin sonunda, yeni insanlar eğitmek için görevlendiriliyorlar.
İlerleyen yıllarda, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde, 1937 yılında Köy Eğitmenleri Yasası ve 1940 yılında Köy Enstitüleri Kanunu çıktı. Kurulacak enstitülerde köylü; kendi üretecek, kendi öğrenecek ve kendi öğretecekti. Türkiye’ye özgü olan ve müthiş bir eğitim hamlesi olan Köy Enstitüleri kısa zamanda inanılmaz bir başarı yakaladı. Köylerdeki çocuklara, müspet bilimlerin yanında sanat ve tarım da öğretiliyordu. Hem eğitimin hem de üretimin geliştiği çok iyi tasarlanmış bir sistemdi. Ayrıca, yüzyıllar boyunca hak ettiği değeri görememiş Türk kadınına da bu devletin eşit birer yurttaşı olduğu öğretiliyordu. Öyle ki, Köy Enstitüleri mezunu dünyaca ünlü kadın profesörlerimiz bulunmaktadır.
Tonguç Baba olarak da bilinen İsmail Hakkı Tonguç, bu sistemin hayata geçirilmesinde büyük rol oynamış ve ülkeye uzun yıllar hizmet edecek, hem tarımdan hem matematikten hem de sanattan anlayan fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Okuma-yazma bilmeyen köylülerden ; dünyaca ünlü filozofları okumuş, fizik bilen, keman ve piyano çalabilen bireyler ortaya çıkarmıştır. Türk köylüsü ağanın marabalığından kurtulmuş, birer vatandaş olduğunu öğrenmiştir. Türk vatandaşları olarak, tarihimizde etki bırakan bu yüce kişilikleri tanımamız gerekir ki onlardan ders alıp bize devrettikleri ilerleme görevini sürdürebilelim. Ne yazık ki Köy Enstitüleri siyasi nedenlerden dolayı kapatıldı fakat aydınlanma ve ilerlemenin mücadelesi hâlâ sürmektedir. İsmail Hakkı Tonguç, ülkemizin tarihine verdiği büyük çabalarla adını yazmış biridir. Ülkemiz için verdiği çabanın önünde, anısına saygıyla…
Kadir Topal
KAYNAKÇA:
1-)Ali Haydar Yeşilyurt, Atatürk ve Komşumuz Bulgaristan, Taş Matbaası, İstanbul, 1968, Sayfa: 57
2-) Fotoğraf http://www.tongucvakfi.org.tr adresinden alınmıştır.