Üç Renk Üçlemesi: Mavi
Üç Renk Üçlemesi: Mavi
Kieślowski, kendisiyle yapılan bir görüşmede de belirttiği gibi, özgürlüğü toplumsal ya da siyasal anlamda ele almamakta, filmde günlük yaşamın içindeki özgürlüğü konu edinmektedir. Film ailesini araba kazasında kaybeden bir kadının kendi ruhunu ve yaşantısını özgürleştirmek için hayatında yapmış olduğu değişimler üzerinden anlatmaktadır. Aynı zamanda onu hayata bağlayan bütün bağları da yok olmuş bir kadındır. Çevresindeki her şeye duyarsızlaşma çabasıyla dünyaya sırt çevirmiş, geçmiş ve onun acılarından kaçarak yönünü bireysel özgürlüğe ulaşma çabasındadır.
Filmin ana göstergesi mavi rengidir. Mavi, bireysel özgürlüğü temsil eder ve Fransız ihtilali çerçevesinde bu özgürlüğün insanın doğasıyla ne kadar uyumlu olduğunun cevabını Julie’nin günlük hayatı üzerinden almaya çalışırız. Yaşadığı bu olaydan sonra ailesinin yokluğuna dayanamayan Julie hayatına son vermeye yeltenir fakat daha sonra bakış açısını değiştirip eşinin ölümü nedeniyle yarım kalan bir bestesi üzerinde çalışmaya ve onu tamamlamaya karar verir. Bu film daha çok psikolojik bir çözümleme filmi gibi görünmektedir. Julie’nin kazadan sonra yaşamış olduğu bunalımlar, yalnızlık duygusu, yaşam ile ölüm arasında gidip gelmesi, gidenin ve geri gelmeyecek olanın ardından yaşananlar, hem Kieślowski’ye özgü ve oldukça başarılı kamera kullanımıyla hem de Presnier’in etkileyici müziğiyle izleyicisi saran bir anlatımla perdeye yansıtılmaktadır. Bu film Julie’nin öncesiyle yani kızıyla ya da yaşamındaki diğer insanlarla nasıl bir ilişkisi olduğuyla ilgili detaylara girmeden, yalnızca içinde bulunduğu psikolojiye odaklanılır ve empati kurularak davranışları anlamlandırılmaya çalışılır. Filmde karşımıza çıkan camdan, piyano kapağından, kaşıktan, gözbebeğinden yansımalar gibi görüntüler bu amaca hizmet eder ve seyirci Julie’nin bakış açısına ortak edilir.
Kazadan sonra bir hastane odasında gözlerini açan ve kocası ile kızının cenaze törenini kocasının asistanı Olivier’in getirdiği portatif Tv’den izleyen Julie’nin bu andan başlayarak filmin sonuna kadar acısıyla yüzleşene değin ağlamadığı görülür. Julie acısıyla yüzleşmek istemez çünkü birileriyle bağ kurmanın ve onlarla oluşturulan ortak bir geçmişin acı veren bir tuzak olduğunu düşünür. Kocasının asistanı Olivier ona âşıktır ancak ona göre Olivier’in sevgisi onun özgürlüğünü kısıtlayacak, ileride ona acı verecek bir tuzaktır. Emlakçısıyla konuşurken adama yüzündeki bandı sorar ve kedisinin tırmaladığı yanıtını alır. Anlamsızmış gibi görünen bu diyalogla bile aslında emlakçının bir kedisinin oluşuna özgürlüğü kısıtlayan bir bağ olmasına vurgu yapılır. Julie, özgürleşebilmek için geçmişe dair bütün izleri yok ederek başlar. Eskiden ailesiyle birlikte yaşamış olduğu büyük malikânesini terk edip küçük bir apartman dairesine taşınır, kocasının üzerinde çalıştığı konçertoyu çöpe atar ve evindeki tüm eşyaları satar, çantasındaki eşyaları şöminede yakar ve kızının şekerini ağzına atar. Yeni yaşamında kimseyle yakınlık kurmaz ve etrafına kendisinden bir duvar örer. Karakterin, beklentinin tersine sevdiklerinin yasını tutmaması ve hatırı sayılır bir serveti elinin tersiyle iterek kenar mahallede basit bir yaşantıyı tercih etmesi, başka bir açıdan, bir sonraki adımda ne yapacağının tahmin edilemez filmin sonuna kadar izleyicinin meraklandırır. Örneğin Julie’nin notaları yazdığı kalem ve sıkça yüzmeye gittiği havuz mavi renktedir ,kocasının bestelerinin olduğu klasör, Julie’nin kızının arabadan attığı şekerin kâğıdı, kızının odası ve son olarak odadaki avize. Filmde beni en çok etkileyen filmdeki avize sahneleri oldu, Örneğin her ne kadar ona geçmişi hatırlatan herkesten ve her şeyden uzaklaşıp eski kimliğinden sıyrılıp yeni bir Julie olmaya çabalasa da, kızının odasındaki mavi lambayı alıp yeni evinin salonuna astı. Filmin başında kızının odasına gittiğinde odada kalan tek eşya olan lambanın kristallerini bir hışımla kopardığını ve ardından toparlanırken sürekli olarak bu kristalleri elinde okşadığı, onu yeni evinin orta yerine astığı ancak gözünün önünde durduğu halde gidip kristallerine dokunamadığı, son olarak komşularından biri lambaya dokunurken arka fonda ürpererek bu durumdan fazlasıyla rahatsız olduğu görülür. Tabii ki Zbigniew Preisner’ın muhteşem müziği ve filmin muazzam sinematografisinin de katkısı göz ardı edilemez.
Mavinin, karakterin içinde bulunduğu duygusal buhranını aktarımında da oldukça etkili bir simgesel değer olduğu görülür. Ünlü soyut ressam Vasiliy Kandinsky’nin ifadesine göre mavi, sonsuz derinliklere doğru aşağı çeker, karşıt gücüyle flüt sesini çağrıştırır. Çektiği acıya dayanamayan Julie, kaçışı havuza dalmakta bulur ve suyun içinde cenin pozisyonu alır. Burada görmüş olduğum şey Freud’un ifadesiyle birey hayatın zorluklarına karşı çaresiz kaldığında kendisi için en güvenli yer olarak gördüğü ana rahmine dönmek ister. İşte bu çaresizlik içinde vücut, cenin pozisyonu alır. Bu sahnede de bunu görüyoruz. Julie kendine yabancı bir semtte onu tanımayan insanların içinde, çocuksuz bir apartmanda kendini izole eder fakat geçmişin hayaletleri onu her yerde bulur. Hastaneden çıktığında kapısını ilk çalan bir gazeteci olur. Olivier de onu kocasının bitiremediği konçertoyu tamamlayacağını basında duyurarak rahatsız eder. Çünkü bu Julie’nin ağlamasının, konuşturulmasının, isteyip istememesinin, duygularını yaşamasının ve dile getirmesinin tek yoludur. Sürekli olarak onu rahatsız eden bu hayaletler onun acısıyla yüzleşmemenin, geçmişten kurtulmaya çalışmanın özgürlüğü getirmediğini anlamasına neden olur. Sürekli olarak zihninde yükselen, kocasının yarım bıraktığı konçertoyu tamamlar, malikânesini kocasının metresinden doğacak çocuğuna bırakır ve Olivier ile yeni bir başlangıç yapar.
Sinema, modern dönemin görsel ve işitsel ihtiyaçlarına cevap verebilen en etkili anlatı araçlarından biridir. Zbigniew Preisner’in yaptığı müzikler filmin tonuna uyum sağlamış ve anlamı oldukça güçlü kılmıştır. Julie’nin tek bir amacı vardır o da geçmişini arkasında bırakıp özgürleşip yeni bir hayata başlamaktır. Mavi bu filmde özgürlük anlamında kullanılmıştır. Kazayı daha doğrusu küçük kızını hatırlatan şekeri açar ve hırçınlıkla yer bu davranışı içinde olan haykırış ve yıkımın belirtisidir. Tüm hatıralarını çöpe gömdüğüne inandıktan sonra artık tek bir hatıra, tek bir iz olarak kaldığını düşündüğü için Olivier’ı arar ve kendisini sevip sevmediğini sorar ve eve davet eder. Evin odasında sadece yere atılan yatak vardır, artık maddiyatın bir değeri olmadığını belirtilerindendir. Olivier eve geldikten sonra kendi bedenini, kocasının çalışma arkadaşı Olivier’e teslim etmesi ve bu teslimiyetin sabahında Olivier henüz uyurken , bir fincan kahveyi kafasının yanına koyarak ‘Beni özlemezsiniz” diyerek çekip gitmesi ardında hiçbir şey, hiç kimseyi yarım olarak bırakmak istemeyip yeni bir başlangıç yapıp geçmişle bağlarını kesmek için bir gereklilik olarak görür. Taş evden ayrılırken Julie’nin acısını ilk kez belli ediyor ve yolda yürürken elini duvarlara sürterken yaşadıklarının ağırlığını tensel acıyla bastırmaya çalışır. Yolda, birden elini duvara sürterek yürümeye başlar, içindeki acısını dışına atmayan karakterin dayanamama noktasıdır bu. Acılarından kurtulamadığının ne yaparsa yapsın acıyı bastıramadığının göstergesidir. Ardında bir şey bırakmamasının ardından elinde kızının odasında olan mavi avizeyi alarak emlakçıya gider ve yeni bir daire arar. Emlakçıya istediği kriterleri anlatırken yaşadığı acıların etkisi belli oluyor. Örneğin çocuksuz bir apartman istemesinin sebebi kızını kaybetmesinden kaynaklıdır. Eve girdikten sonra yaptığı ilk işten biri mavi avizeyi asmak olmuştur. Julie ne kadar geçmişten kurtulmak istese de bir yandan da, bunu yapmayı gerçekten istemedi Julie hiç bir zaman, evini boşaltırken o mavi avizeyi yanına alışı, dahası onu yeni yaşamına dahil etmek isteyişi ve yeni evinin salonunun tam ortasına asarak her bakışında o eşsiz müzik ziyafetiyle eski anılarını hatırlatması onun istese de geçmişi tamamen bırakamamıştır. Kafede otururken parmağından hala yüzüğü çıkarmamıştır ve film boyunca takmaktadır. Evde uyurken sokaktan gelen kavga seslerine uyanması ve adamın kapıyı çalmasına rağmen açmaması artık hayatında hiçbir sorun olmamasını ve kimseye bulaşmak istemediğinin kanıtıdır. Bir nevi kendi kabuğuna çekilmiştir. Komşusunun erkek kabul eden bir kadını istemedikleri için imza topladıklarını belirtiyor ve Julie orada kimsenin hayatı beni ilgilendirmez demesi dünyadan kendini soyutlamıştır. Çocuğa kazayla alakalı bir şey sormaması ve ardından müzik girmesi acılarının tekrar geldiğini belirtiyor. Kolyeyi çocuğa geri vermesi yeni hayatında anı istememesinden kaynaklıdır. Çektiği acıya dayanamayan Julie kaçışı havuza dalmakta bulur, mavi havuzda yüzer ancak geçmişin seslerini burada da duyar ve suyun içinde cenin şeklinde durur bir süre hayatın zorluklarına karşı çaresiz kaldığında Julie, kendisi için en güvenli yer olarak gördüğü ana rahmine dönmek ister. Alt komşusunun teşekkür etmek için geldiğinde avizeyi çok beğenip bunu nerden buldun çocukken benim de böyle bir avizem vardı demesi Julie’ yi çok rahatsız eder ve bu konuda konuşmak istemez. Yüzleşmekten kaçtığını, korktuğunu görürüz. Tesadüfen televizyonda Olivier’ın yarım kalan senfoniyi tamamlayacağını ve kocasının onu aldattığını öğrenir. Olivier da onu kocasının bitiremediği konçertoyu tamamlayacağını duyurarak rahatsız eder. Çünkü bu Julie’nin ağlamasının, konuşturulmasının, isteyip istememesinin, duygularını yaşamasının ve dile getirmesinin tek yoludur. Nitekim öyle de olur. Sürekli olarak onu rahatsız eden bu hayaletler onun acısıyla yüzleşmemenin, geçmişten kurtulmaya çalışmanın özgürlüğü getirmediğini anlamasına neden olur. Sürekli olarak zihninde yükselen, kocasının yarım bıraktığı birlikte konçertoyu tamamlarlar. Televizyonda tesadüfen kocasının sevgilisi olduğunu öğrenir, artık bununla da yüzleşmesi gerekmektedir. Onunla yüzleşir ve kadının hamile olduğunu anlar kadınlar konuşur ve kocasının kendisine de verdiği haç kolyeyi görünce kocasının onu sevdiğini anlar. Eski evleri olan taş evi kadına verir ve orada yaşamasını söyler. Julie artık istemese de tekrar hayatın içine geri dönüyordu. Olivier’la birlikte olmak istediğine karar verir ve yazdıklarını da yanına alarak onun yanına gider ve bu yeni hayatının başlangıcıdır. Gidişi mavi taşlı lambanın arkasından görülür. Julie’nin geçmişe olan yoğun bağı azalmıştır ve özgürlüğünü mümkün olabildiğince yaşamaktadır. Olivier’le birlikte olurken sanki camdan bir kutunun içindedir. Bu camdan kutu, özgürlüğünün sınırlılığını sembolize etmektedir. Filmin son sahnesinde artık Julie ağlıyordur. Her şeyden ve herkesten kaçarak tek başına, özgür olmaya çalışan Julie’nin , Olivier’i tekrar yanına çağırıp birlikte olması ve film boyunca önüne bölük pörçük çıkan notaları , filmin sonunda birleştirmesi ve müzik eşliğinde Julie’nin ağlaması ile son bulur.
Talia Yasemin Aslan
Görsel Kaynakça: https://alchetron.com/Three-Colors:-Blue