Westworld ve Varoluşculuk: Bölüm 2
Sokrates felsefe ve etiğin yapıtaşlarından birisi olduğu için şimdi Antik Yunan’a döneceğiz ve Kant ve Aristoteles’i de dahil ederek karşılaştırmalı bir analiz yapıp sonrasında Varoluşçuluk ile devam edeceğiz.
Bir önceki bölümde bahsettiklerimizin üzerine şunları dile getirebiliriz: Westworld “post-apokaliptik” bir dünyanın tasarımı ya da konsepti değildir. Tam tersine, Westworld, kendisi dışında “kanunlu” bir dünyanın içinde mevcut olan “kanunsuz” bir sanal ortamdır. Buradaki detay bizim için kaçınılmaz bir nokta olacaktır çünkü misafirler sadece ev sahiplerini öldürmek, tecavüz etmek, onlarla flört etmekle vb. kalmıyorlar. Misafirler bunları yapmaya teşvik edilen bir ortamda bulundukları için bu “tatil” köyü onların hizmetine sunuluyor. Westworld, bir insanın imkan sunulunca “kanunlu” bir dünyada “kanunsuz” bir ortam içerisinde bu isteklerini ve tutkularını nasıl doyumsuzca ve sonuna kadar yaşayabileceğini gösteriyor. Konu dışına çıkmadan başka bir örnek olarak Purge filmleri örnek olarak verilebilir, insanlar yılın 364 günü “kanunlu” hayatlarını idame ettirirken sadece 12 saatliğine “kanunlu bir kanunsuzluk” durumunda gerçek kimliklerini ne denli dışa vurabildiklerini ortaya koyuyor.
Sokrates’e göre bir insan ya tamamen erdemlidir ya da hiç değildir, orta bir noktanın varlığını reddeder, insan bu iki uç noktadan ya birinde ya da diğerindedir bundan yola çıkarak da “adalet, bilgelik, cesaret, inanç ve birçok şey tek bir şeyin parçasıdır” (Ambury, 2018) der. Peki Westworld nezdinde bunu nasıl değerlendireceğiz? Bir kişinin davranışlarını değerlendirirken o kişinin Westworld’deki davranışları da buna dahil edilebilir mi? ‘Gerçek hayatta’ kimseyi incitmeyen birisinin Westworld’deki şiddet içerikli davranışları o kişiyi, Sokrates’in ışığında, tamamen erdemsiz mi kılmaktadır? Cinayet eylemini erdemsiz bir eylem olarak değerlendirdiğimizde, sadece Westworld’de ev sahiplerine yönelik işlenen ‘cinayet’ insanı erdemsiz mi kılmaktadır? Önceki bölümde Delos’dan dönen müşterilerin yorumlarını hatırlayın, 6 kişiyi vurduğunu ama bunların “gerçek insan” olmadığını belirten bir müşteri vardı. İki faktöre dayanan bir denklemin içerisindeyiz; birinci faktör eylemin kendisi, ikinci faktör ise eylemin uygulandığı alıcı. Tecavüz eylemini evrensel şekilde her şart altında ‘erdemsiz’ olarak nitelersek, bu alıcının gerçek bir insan olmadığını hesaba kattığımızda, eylemin kendisi gerçek bir insana işlenmiş kadar ağırlığa sahip olur mu? Bir de şu açıdan soralım: eğer bu adam gerçek hayatında sadece onu tecavüz etmekten ve cinayet işlemekten alı koyan kanunlar var diye iyi bir vatandaş olarak hayatını devam ettiriyorsa, Sokrates’in bakış açısından ‘erdemli’ birisi olabilir mi? Sokrates ardından “kimsenin isteyerek hata yapmadığını” belirtir ve “akrasia, irade zayıflığı”nı reddeder (Ambury, 2018). Açıklamak gerekirse, eğer bir kişi kötü davranışta bulunursa bunu bilerek yapmaz, bilgi/akıl/bilgelikten yoksun olduğu için bu hataya düşmüştür. Her yönden kusursuz bir vatandaşı ele alalım, vergilerini zamanında ödüyor, kanunlara uyuyor, çevresindeki kişilere son derece iyi davranıyor fakat Westworld’ü ziyaret ettiği vakit bulunduğu davranışların bir sonucu olmadığını ve bu davranışların hiçbir kanunu çiğnemediğini ve en önemlisi de, gerçek hayatında tanıdığı kimse bunlardan haberi olmayacağını görüyor ve ‘erdemli’ görünen maskesinin altından yeni bir karakter çıkıyor. Hiçbir otoriter organın, kanunun, polisin ya da Tanrının bulunmadığı bu tatil köyünü ziyaret eden bir Hristiyan hayatı boyunca on emiri yerine getirmiş olsun, fakat burada on emiri de yıkıp çiğneme potansiyeline sahip, bu Hristiyan kişinin öne süreceği “ama bunlar gerçek insanlar değildi” mazereti bize bu kişinin aslında hayatının bu noktasına dek ne denli ‘erdemsiz’ olduğunu kanıtlıyor. Odağımızda bulunan şey eylemlerin sonuçlarından (hapis edilme, toplum içinde utanç) ziyade davranışların ve eylemlerin (bilerek ve isteyerek tecavüz, cinayet, işkence işleme) barındırdığı niyet ise (ki on emir Hristiyanlara bunu öğütlüyor) ev sahiplerinin gerçek olup olmamasının bir önemi kalmıyor. Kısaca şu noktaya geliyoruz: sadece eylemin sonuçlarına katlanmayacağım için birisine tecavüz etmemeliyim; tecavüz etmemeliyim çünkü bu eylem hiçbir ortam veya koşul altında haklı çıkarılamaz bir eylemdir. Eylemin sonucu değil, kendisinin merkeze alınması Kant’ın düşüncesiyle paraleldir, davranışım sadece kendisinden ibaret olacak ki eylemin sonucu bu eylemin gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesinde rol dâhi oynamayacak.
Bir sonraki bölümde Sartre’a yoğunlaşacağız, yine de Aristoteles’e geçmeden önce bir parantez açmakta fayda var. Bir kişinin davranışları ve olmayı seçtiği kişi/kişiliği daima kendisine aittir, ve bu irade, Sartre’a göre, tanrıya hiçbir zaman atfedilemez bir yüktür. Birinci bölümde Westworld’e gelen misafirlerin alıntılarını hatırlayalım, o kişiler mükemmel birer vatandaş olabilir toplumda, ama Westworld’e giriş yapıldığı an ve o andan sonrası için kim ‘bu insanın davranışlarındaki 180 derecelik değişimin sebebi Westworld’dür’ diyebilir? Sadece ‘bu kişinin hayatında geçirdiği bu noktaya kadarki süre zarfında Westworld’de yaptığı ve gerçekleştirdiği eylemler ve kararlar bu kişinin potansiyeli dahilindeydi, ve normlarla ve kanunlarla çevrili bir topluma uymak zorunda olduğu için eylemlerince sorumlu tutulmadığı bu ortamda, Westworld’de bunları gerçekleştirebiliyor, bu kişinin gerçek kişiliği, budur’ diyebiliriz çünkü verilen ve alınan kararlar insanı yaratır, ve insan onlardan ibarettir. Sartre’ın deyimiyle “Bir insan, kendini yarattığı kişiden başka bir şey değildir. Bu kişi, kararlarının bir sonucudur.” (Golomb, 1995, s. 14) Tecavüz, tecavüz olmanın ötesinde değildir; bir tecavüzü işleyen kimse, tecavüzü işleyen kimsenin ötesinde değildir. Eyleme geçilen aksiyon ve karar, o kişinin ürünüdür.
Şimdi ise Aristoteles’e geçiyoruz, Sokrates ile karşılaştırdığımızda, onun öğrencisi olarak Sokrates’in argümanını epey genişleten ve daha fazla tartışma ortamına olanak tanıyan bir yorum yaptığını görüyoruz. Hughes (2013) şu şekilde aktarıyor:
“Sokrates bir kişinin isteyerek/niyetinde bulunarak iyilik yapabileceğini ama isteyerek /niyetinde bulunarak kötülük yapamayacağını öne sürdü. Kötülüğün kimsenin isteyerek içinde bulunabileceği bir durum olmadığını belirtiyordu. Aristoteles ise bu konuda hemfikir değil ve bunun ötesinde bir kişinin isteyerek iyilik yapabildiğini öne sürüyorsak, aynı zamanda isteyerek kötülük de yapabileceğini öne sürebilmeliyiz diye belirtiyor.” (s. 160)
Tabii ki de Aristoteles’in bu yorumu yaparkenki aklındaki tasarının “gerçek dünya” olduğunu biliyoruz, diğer yandan bu görüşü Westworld’e uygulamanın, adapte etmenin hiçbir sakıncası bulunmuyor çünkü ev sahiplerine kötü veya iyi davranmak tamamiyle misafirlerin gücünde. Örneğin bir misafir hem ev sahipleri ile sohbet edebilir, yiyip içebilir, ata binebilir ve dağlık alanları keşfe çıkabilir hem de onlara tamamen zıt bir şekilde kötü davranarak acı çektirebilir. Westworld filmi ve TV dizisine baktığımızda ise, misafirlerin büyük çoğunluğunun acıdan, işkenceden, bir şekilde ‘kötücül’ niyetlerden yana olduğuna tanıklık ediyoruz, örneğin TV dizisinde yer alan William’ın hayatının yarısını Dolores isimli ev sahibine işkence ederek, tecavüz ederek, evini, ailesini yakarak ve yıkarak geçirdiğine tanık oluyoruz. Dolores ise bu anları ilerleyen bölümlerde hatırlıyor ve tekrar tekrar defalarca kez öldürülme ve işkence edilme hissini deneyimliyor. Ev sahipleri her gün sonunda sıfırlanarak hiçbir şeyi hatırlamamaları sağlanıyor ve aynı role veya başka bir role konularak ev sahibi olmaya devam ediyorlar. Burada dönüp dolaşıp geldiğimiz asıl odağımız şiddetli davranışların kendisi değil, bu misafirlerin sadece ama sadece Westworld içerisinde şiddetli davranışlara başvurmasıdır. ‘Gerçek hayat’ta işlenmiyor oluşu bu davranışların zeminini oluşturuyor. Şöyle bir soru soralım: Misafirler diledikleri gibi kötü niyetli davranarak kendilerini derinlere gömdükleri utandıkları tutku ve hazlardan arındırıyorlar mı? Tabi ki de hayır, çünkü misafirler o tutku ve isteklerle barışık hâle gelmiyor, onlardan kaçıyorlar, sakınıyorlar, onlar yokmuş gibi davranıyorlar ve bu da sonuç olarak ‘kendi’lerinden kaçmalarına yol açıyor. Westworld’de oldukları için böyle davrandıklarını, gerçek hayatta asla böyle acımasızca davranmadıklarını kendilerine inandırmaya çalıştıkça bu zorlama-ikna gün yüzüne çıkıyor ve bu kişinin kendisinden doğan ve kendisine varan bu durum ne sahici ne de otantiktir. Hiçbir dış etkenin bulunmadığı beşeri bir ortamda kişinin kararlarına dair mazeret üretmeye çalışması (‘gerçek dünya’ olmaması, ev sahiplerinin ‘gerçek’ insanlar olmaması) bu kişinin kendisine yalan söylediğini belirtiyor. Kişinin, dış etkenlerden soyut olarak bilinçli biçimde kendisi tarafından kendisini bir yalana ikna etmeye çalışması Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te irdeliği Kötü İnanç’a (Bad Faith) örnek olarak gösterilebilir. Misafirler Kötü İnanç taşımaktadır, dış faktörleri suçlayarak da otantik davranmamaktadırlar.
Mertcan Kuranoğlu