Dünyadan Kültür-Sanat

Şüphe ve 12 Öfkeli Adam

Arapça kökenli olan bu kelime esasında belirsizlik, kuşkulu olma anlamlarına gelir. Sözlük anlamı ise şöyledir: Bir hususla ilgili gerçek veya doğrunun ne olduğuna kesin biçimde karar verememe durumu, bu kararsızlıktan doğan ve tam bir hüküm vermeyi engelleyen tereddüt, kuşku.

Aslında sadece insanlarda değil hayvanlarda da görülebilen bir duygudur. Bir kedi karşısında duran köpeğin kendisine saldırabileceği şüphesini her zaman içinde barındırır ve bu yüzden kaçmaya, gardını almaya her zaman hazırdır.

Eğer şüphen varsa asla emin olamazsın. Tam anlamıyla eminlik sıfır şüpheden geçer. Şüphen varsa iman etmişte sayılmazsın. Çünkü şüphenin din literatüründe ki anlamı “Tam olarak inanmama, imandaki zaaf hâli”’dir.

İste 1957 yapımı, Sidney Lumet tarafından yönetilen, 12 Öfkeli Adam filminde ki başrolümüz Henry Fonda‘nın -filmde ki adı Davis’tir fakat filmin can alıcı ayrıntılarındandır ki ismini filmin son dakikasında öğrenebiliyoruz -zihnini kazıyan ve karşısında ki 11 öfkeli adamı ikna edebilmeye ve gencecik bir çocuğu idamdan kurtarmaya iten tek ve ilk çıkış noktası da bu şüphesiydi şüphesiz!

Birkaç dakikalık geçitler haricinde 1 buçuk saat boyunca tek bir odada geçen bir film ve seyirciyi sürekli canlı tutan akıcı diyaloglar ve en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş senaryo ile ve her biri ayrı ayrı kendi kızgınlık, alaycılık, umursamazlık, ciddiyet gibi duygularını, özelliklerini başarıyla oynayan 12 aktör.

Ne gariptir ki bir gencin ölüm kararını bir reklamcı ve yahut bir bankacı verebiliyor, hem de hiç düşünmeye, sorgulamaya gerek duymadan. Kısacası “şüphe”etmeden.

Hâkimin, çocukla ilgili kararı jüri üyelerinin inisiyatifine bırakışının altında bir detay gizlidir. Hâkim bu kararın oy çokluğuyla değil “oy birliği” ile alınmasını istemiştir dolayısıyla her bir jüri üyesi tek tek ya suçlu bulacak ya da suçsuz. Dikkat edilirse aslında aralarında ki tartışma başlamadan ilk 10 kişi direk suçlu damgasını çocuğa vurmuş, tuvaletten gelen yaşlı jüri üyesi ise aslında kararını konuşulduktan sonra verecekken topluluğa uyarak birazdan çekingen tavırla el kaldırmıştır bir gencin ölümüne. Tek aykırı şu anda Davis’tir.

Nasıl olabilir sorusu bu sırada akıllarda. Nasıl olacak? Bu adam 11 kişiyi nasıl tek tek ikna edebilecek?

François Ozon‘un  2012 yapımı “Dans La Maison” filminde ki bir diyalog şöyle söylüyor: ” İşte okuru meşgul edecek bir şey. Kahraman amacına ulaşmak için bu zorlukların üstesinden nasıl gelecek merak edersin. Milyon dolarlık soru, okurun hayal gücünü ele geçirecek soru, ne olacak sorusudur. Okura nefes aldırmamalısın okur üzerinde baskı hissetmeli”

Aynı formülü 2014 yapımı Onur Ünlü’nün “İtirazım Var” filminin senaristlerinden Sırrı Süreyya Önder’de kendisine sorulan senaryo ile ilgili bir soruda vermişti.

 “Siz karakterin önüne birçok engel koyarsınız ve ona asla merhamet etmeden bu engellerle nasıl boğuşacağını izlemeye başlarsınız.”

12 Öfkeli adamımızla devam edelim.

Filmin belki de en acı bir o kadar da komik durumu şu maç sevdalısı adamın halidir. Önce kaçıracağı maçı düşünüp genç bir çocuğun ölümüne hemen evet diyen biri sonrasında hayır oylarının artmasıyla işin çıkmaza girdiğini düşünmüş olmalı ki bu sefer nedenini kendine itiraf etmekten kaçınarak oyunu hayır olarak değiştirmiştir. Bir maç biletine karşılık bir insan canı yani.

Sürekli saldırgan olan son derece kızgın adam da kendine olan aşırı güveninin vermiş olduğu kararlılıkla sonuna kadar ısrar ediyor çocuğun suçlu olduğu üzerine. Çünkü onun için şüpheye mahal vermeyecek her delil vardır. Öte yandan Davis, “Eğer fotoğrafın bütününü görmek istiyorsak tüm detaylara dikkat etmeliyiz diyor”.

Filmin özet diyaloğu belki de “gerçekten çocuğun masum olduğunu sanıyor musun?” sorusuna Davis’in şüphelerinin eşliğinde vermiş olduğu cevaptır. “Bilmiyorum, sadece konuşalım istiyorum. Suçlu olduğunu söyleyen 11 oy vardı. Elimi kaldırıp bir çocuğu ölüme göndermek benim için pek kolay değil.”

Aslında tarih boyunca ilerlemenin ilk adımı hep var olan verili gerçekliklerden şüphe eden insanların düşünmeye ve harekete geçmeye başlaması ile olmuştur. Tıpkı Hz. Muhammed’in atalarının dininden (geleneklerden) şüphe ederek putları yıkması gibi. Dünyanın düz olamayacağından şüphe eden Gelileo Galilei gibi. İdeal devletin demokrasi mi, otokrasi mi ya da hiçbiri mi olduğundan şüphe eden diğer tüm antik Yunan düşünürleri gibi…

Filmdeki “guilty” “not guilty” replikleri eşliğinde Descartes’ın da belirttiği gibi,

“Şüphe etmek düşünmektir”

Mert DEDECAN

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu