Gelişmekte Olan Ülkeler ve Avrupa Birliği
« Gelişmekte olan ülke » kavramı 1980’lerin başından itibaren ortaya çıktı. Gelişme kavramını bir ülkenin küresel ekonomiye ve kapitalizme ekonomik büyüme yoluyla entegre olma süreciyle belirliyoruz. Bir başka deyişle, ülkenin gayri safi yurt içi hasılasındaki artış, o ülkenin gelişmekte olan ülkeler sınıfına girmesini belirliyor.
Gelişmekte olan pazarlar yatırımcılar için çekicidir. Vietnam, Meksika, Etiyopya gibi ülkeleri bu sınıftaki ülkelere örnek olarak verebiliriz fakat en bilinenleri BRICS ülkeleri olarak tanınan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dır. Bu ülkeler ekonomik alanda olduğu kadar demografik, siyasi ve askeri alanda da uluslararası alanda git gide önemli bir rol oynamaktadır.
Bu ülkeler uluslararası ilişkileri alt üst etmekte ama aynı zamanda Avrupa Birliği ekonomisi tarafından etkilenmektedirler. Bu durumda şu soruyu sormamız gerekir : Gelişmekte olan ülkeler Avrupa Birliği ekonomisinin dinamizminden ne ölçüde etkilenmektedir ?
İlk olarak, gelişmekte olan ülkelerin özellikleri ve dünya ekonomisine entegrasyonlarından bahsedeceğiz. Ardından, özellikle BRICS örneğini ele alarak, bu gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmiş ülkeler üzerindeki sonuçlarını göreceğiz. Son olarak, Avrupa Birliği’ne bağımlı gelişmekte olan ülkelerin ekonomik dinamizmini açıklayacağız.
Bir ulusun yükselen ülkeler kategorisine girdiğini söyleyecek standart bir kriterin olmamasıyla birlikte analistler aşağıdaki noktaları önemli noktalar olarak kullanırlar.
Birincisi, potansiyel ekonomik büyüme uzun vadede %5’ten fazla olmalıdır. İkinci sırada demografi geliyor. Nüfus genç ve eğitimli olmalı ve ülkede önemli demografik büyüme görülmelidir. Ülke aynı zamanda çeşitlendirilmiş bir ekonomiye sahip olmalıdır. Bu, ekonominin hammadde ihracatına bağımlı olmaması gerektiği anlamına gelir. Sanayi ve hizmet gibi sektörler bu nedenle gelişmiştir. Son olarak, siyasi istikrara ihtiyaç vardır; siyasi kurumlar, uzun vadeli politikaların oluşturulmasına izin vermek için istikrarlı olmalıdır.
Bu ülkelerden beşi stratejik kaynakları, kıtasal güçleri ve kalkınma modelleriyle öne çıkıyor. Bu beş ülke BRICS’i oluşturur. Bir yandan, bu ülkeler büyük bir servete sahipler ve oldukça yüksek büyüme oranları gösteriyorlar. Örneğin mamul ürün ihracatı ile Çin’i, tarımıyla Brezilya’yı, genç mühendisleriyle Hindistan’ı, gazıyla Rusya’yı not edebiliriz.
Ek olarak, dünya nüfusunun yaklaşık %40’ını ve tek başlarına küresel GSYİH’nın yaklaşık üçte birini oluşturuyorlar. Dünya üretiminin geniş bir yelpazesini (üretilmiş ürünler, hammaddeler, tarımsal ürünler, hizmetler) kapsıyorlar.
Dünya ekonomisine entegrasyonlarına gelince, hızlı olduğu ve yüksek büyüme oranları ile karakterize edildiği söylenebilir. Bir gösterge olarak, 1995-2005 döneminde, emtia ihracatındaki artış, Amerika Birleşik Devletleri için %4’e karşılık, Çin için %18, Hindistan için %13 ve Brezilya için %10’du.
Genel olarak, gelişmekte olan ülkelerin, düşük fiyatlarla üretilen ürünler (DVD oynatıcılar, televizyonlar, dijital kameralar, vb.) gibi büyük ürün arzı, bir yandan dünya fiyatlarını aşağı çekti ve diğer yandan, tarımsal ürünlere ve hammaddelere yönelik endüstriyel büyümelerini desteklemek için artan ithalat talebi fiyatların artmasına yardımcı oldu.
Avrupa Birliği düzeyinde, ekonomik ve parasal birliğin kurulması, Avrupa’nın euro bölgesine katılan para birimleri arasındaki döviz kurunu sabitleme tercihini doğruladı. Unutulmamalıdır ki, Avrupa Birliği Antlaşması herhangi bir dengesizliği önlemek için döviz kuru politikasının sorumluluğunu Konsey’e emanet etmektedir. Buna ek olarak, Avrupa Merkez Bankası, tek para politikasını fiyat istikrarını sağlamak ana hedefi ile tanımlamaktadır.
Öte yandan, gelişmekte olan ülkeler döviz piyasalarına müdahale politikasını tercih ettiler. Rekabetçi kalmak için, paralarının değer kazanmasına izin vermeyi reddediyorlar. Sonuç olarak, her ne pahasına olursa olsun paralarının ABD doları karşısında değer kaybetmesini engellemeye çalışan gelişmekte olan Asya ülkeleri, döviz rezervlerini şişiren büyük miktarlarda dolar satın alarak döviz piyasalarına müdahale etmektedir.
Ayrıca BRICS ve özellikle Çin, endüstriyel güçleri sayesinde büyümelerini hızlandırdı. Bu güç, ilk aşamalarda müdahaleci kamu politikaları (eğitim, öğretim, altyapı, vb. yatırımlar) yoluyla ekonomik patlamadan kaynaklanmaktadır. Bu politikalar, üretim faktörlerinin ekonominin en üretken sektörlerine ve özellikle imalat sanayine doğru yeniden tahsisinde gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, BRICS’in büyümesi, ihracattaki muazzam bir patlama tarafından teşvik edildi. Böylece, 1997 ile 2018 arasında, ihracat hacimleri Çin’in 13, Hindistan’ın 7 ve Brezilya’nın 3 katına çıktı.
2010 yılında Çin, GSYİH içinde %22 ihracat payına sahipti. Rusya, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika, dünyanın en büyük 30 ticari mal ihracatçısı arasındadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki büyüme, bu nedenle ihracata dayanmaktadır.
Bununla birlikte, BRICS ülkeleri farklı ihracat uzmanlıklarına sahiptir. Bunlar Çin için endustriyel imalatlar, Hindistan için hizmet sektörü, Rusya için enerji ürünleri, Brezilya için tarımsal hammaddeler ve son olarak Güney Afrika için minerallerdir.
Dahası, Çin, Hindistan ve Brezilya’nın düşük üretim maliyetleri, dünyanın diğer ülkelerinden gelen doğrudan yabancı yatırımlar (DYY) için gerçek bir çekim gücü oluşturmuştur. Örneğin, Çin’in aldığı küresel sermaye 2000’li yıllardan bu yana dört katına çıktı ve bu gelişmekte olan ülkeler, Avrupa Birliği ile ticaret yaparak ekonomik güçlerini artırmalarına olanak tanıyan sermaye akışlarının merkezinde kalıyorlar. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler yatırım yapmanın iyi olduğu ülkelerdir.
Diğer dinamizm faktörü, özellikle Çin (nüfusun yine de hızla yaşlanacağı), Hindistan ve Brezilya için önemli bir güç oluşturan genç ve dinamik nüfustur. Bu demografik özellikler, uzun vadede büyüme seviyesinin sabit kalmasını sağlaması açısından avantajlıdır.
Bunu izleyen finansal küreselleşmenin Çin de dahil olmak üzere gelişmekte olan ülkelere fayda sağladığına dikkat edilmelidir. Genel olarak, finansal küreselleşme, bir yandan gelişimlerine doğrudan katkıda bulunan çok sayıda yabancı yatırım almalarını sağladı. Bunlar çoğunlukla özel sektörden gelen doğrudan yabancı yatırımlardır. Öte yandan, finansal küreselleşme, tasarruflarına yatırım yapmaları için fırsatlar yarattı.
Avrupa Birliği, Çin’den sonra üçüncü en büyük ihracatçı konumuna geldi ve AB şirketlerinin küresel pazarlarda yer kaybettiği, gelişmekte olan ülkelerden yeni oyuncuların da buradaki varlıklarını güçlendirdiği görülüyor.
Sonuç olarak, mevcut güçler ile yükselen güçler arasındaki karşılıklı bağımlılık derecesi çok yüksektir ve yükselen güçlerin ekonomik liderliğinin kurulması, açıkça ekonomik refaha ve mevcut güçlerin büyümesine bağlıdır. İşte bu nedenle, ortaya çıkan bu güçler karşısında Avrupa Birliği için asıl zorluk müzakere etmeyi, uzlaşmalar bulmayı ve bu yeni aktörlerle çalışmayı öğrenmek. Son olarak, bundan sonraki asıl soru, bu gelişmekte olan ülkelerin önümüzdeki yıllarda Avrupa Birliği için bir tehlike olup olmayacağı olacaktır.