Ayka: Rusya’da Mülteci Bir Anne
Ayka, yönetmenliğini Sergey Dvortsevoy‘un gerçekleştirdiği 2018 yapımı bir filmdir. Kazakistan’ın Oscar aday adayı olarak gösterilen filmin ilk gösterimi 2018 Cannes Film Festivali’nde ana yarışma bölümünde gerçekleştirildi.
Filmin en dikkat çeken özelliği, filmi adeta tek başına oynayan, yaşatan Ayka rolündeki Samal Esljamova’dir. Zaten bu oyunculuğu kendisine Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandırdı.
Le Monde’da yayımlanan bir yazıda ise Ayka filmi, Dardenne Kardeşler’in 1999 yapımı Rosetta filmine benzetildi; çünkü iki filmde de iki başrol kadın oyuncunun sefil hayatlarını türlü zorluklarla devam ettirmeye çalışması anlatılıyor. Çekim tekniği olarak da iki film karaktere çok yakın kamera açılarıyla yaklaşıp yaşanılanları gerçekçi, takipçi bir bakış açısıyla anlatıyor.
Bu sayede bizler karakterlerle çok yakın bir bağ kurabiliyoruz.
Ne var ki Rosetta’da Belçikalı bir genç kızın yoksul hayatı Belçika’da geçerken Ayka filminde göçmen bir Kırgız gencin soğuk Moskova’daki yaşantısına şahit oluyoruz.
Bu kapsamda göçmenlerin bulunduğu ülkedeki kaçak yaşamları çarpıcı bir dille anlatılıyor. Ülkenin yoksulları ile mülteciler aynı hayatı yaşamaya mahkum ediliyor. Filmde kapitalistleşen Rusya Moskovası’nın çehresi acı bir gerçekle çiziliyor. Amerika’da bir yoksul ve göçmenin hayatı nasılsa Rusya’da da aynı minvalde ilerliyor.
Filmde polis harici devletin hiçbir kurumunu göremiyoruz. Devlet tarafından unutulan bir kitleye karşı tüm işverenler de zalimliklerini rahatlıkla sergileyebiliyor.
Kapitalistleşen Moskova’nın toplum yapısı da keskin hatlarla anlatılıyor. Köpeklere verilen değer insana verilenden arttığı bir toplumda bir yanda lüks arabalarını yıkatanlar, “Çalışın, çalışırsanız başarılı, zengin olursunuz.” diyen kişisel gelişimciler, diğer yanda ise çalışsa dahi parası ödenmeyen işçiler…
Aslında bu durum günümüzde tüm toplumlarda geçerli bir olgudur. Olabilecek en kötü senaryo, hem kadın, hem göçmen, hem yalnız hem de yoksul olarak hayatta kalmaya çalışmaktır.
Tüm bunların üstesinden gelmeye çalışırken bir polis tarafından tecavüze uğramak ve sonucunda bir bebek doğurmak zorunda kalmak filmin odağındaki temel konu. Tüm film boyunca aslında bir annenin çocuğuna süt vermesinin kutsallığı anlatılıyor; çünkü şefkatin yegane simgesi budur.
Çocuğu doğar doğmaz hastaneye bırakıp kaçan Ayka bir türlü bunun üstesinden gelemiyor ve yaşadığı iç çekişmelere, şahit olduğu bir sahne damgasını vuruyor. O sahnede sadece insanın değil, bir köpek de olsa annenin çocuklarına verdiği sütün saflığını görüyor.
İşte bu noktada borçlandığı kişilerden canını kurtarmak için bebeğini onlara satmaya çalışan Ayka, toplumda yaşadığı tüm acımasızlıklara rağmen ağlamayan Ayka, bebeğine ilk sütünü verirken ağlıyor…
Merdiven altı üretim yapan bir tavukçuda çalışan Ayka’nın görevi tavukların derisini yolmaktır. Aynı zamanda zamanını, emeklerini ve hayatını da kendi eliyle yolmasıdır tüm film boyunca izlediğimiz.
Rosetta, hayatını değerli kılacak bir neden bulamayarak intihar etmişti. Ayka ise belki bebeği sayesinde hayatına tutunmaya devam eder.
Mert DEDECAN