Ney’leyim Dünya’yı
‘‘Dinle neyden, duy neler söyler sana,
Derdi vardır ayrılıklardan yana.’’
Çalmayıp üflediğimiz, üflemeyip Hû dediğimiz uçsuz bucaksız bir meseledir neylemek meselesi. En dertli ihtimallerin başımız üzere olduğu garip bir mesele bu. Bize de kendimizce neylemek derdi düştü hal böyleyken; neyleyim dünyayı.
Neyzence dünyayı ney’lemek ile, Hüdai’ce n’eylemek arasında iki harfçik bir kesme işareti farkı vardır. İki harfçiktir ki; mesafesi değil dünyalar, manalar kadardır. Hazret n’eylercesine, biz fakirler ney’lercesine. O arifâne, biz acizâne. Arifine gereken, acizine hepten gerektir; bize Allah’ımız gerek!
Ney’lemek derdi düşer Allah’ı gerekene. Bir düşer, hicaz olur; hüzne gark eder. Bir düşer, hüseyni olur; ağıt yaktırır. Aklettirir, notalar döker kendinden; kalbettirir, aşk döker.
Neyin Yolculuğu?
Ney yoktu başlangıçta. Daha doğrusu ney, ney değildi. Neyliğe namzetti ama ney değildi. Neyliğe talipti ama işlenmesi gerekti. Yola talip dervişin kemalattan, yatağında akan suyun denizlikten yoksunluğu gibi yoksundu kamış da neylikten. Dervişin pişmek üzere yola düşmesi, akarsuyun denizlik yolunda başını o taştan o taşa vurması gibi; kamışın da neylik yolunda yanması, yol alması, işlenmesi gerekti.
Bir yolculuktur ki; bedel ödetir, içini boşaltır, dertlendirir, terbiye eder, yakar, yaktırır ve tamam eder. Bir kemalat yolculuğudur; varanını mütekâmil eder. Olmayanı oldurur. Hamı pişirir, pişmişi yakar. Kamışını ney yapar. Sahi, neyin yolculuğudur, neyin yolculuğu?
Bir yerlerden tanıdıktır neyin yolculuğu. İnsancasınadır esasında derdi, varlığı, terbiyesi, yolculuğu, oluşu. Aynadır görebilene, aşktır duyabilene.
Sazlıklardaydı ney. Sazlıklarda yoksun ve hamdı. Varlığı henüz kamışlık üzerineydi. Kimliğinden soyunması gerekti. Kendiliğinden geçmeyenin “O” olamayışı gibi, kamışlığından geçmeyenin de neyliği mümkün değildi. Kesildi iki ucundan. Boşaltıldı içi. Güneşe bırakıldı sonra. Yandı orada. Nefsi boşaltılan insanın yanması gibi yandı. Güneşin tecellilerine açık hale getirilmesi gibi bırakıldı.
Dokuz boğum olacak şekilde işlendi sonra. İnsan boğazının dokuz boğumu gibi işlendi.
Biri arkada olmak üzere yedi perde açıldı üzerine. Nefs mertebeleri gibi açıldı perdeler. Emmareden safiyyeye bir yol açıldı üzerinde. Ve tac-ı şerifi (başparesi) yerleştirildi başına; yolculuğu tamâm oldu. Aşk geldiğinde cümle noksanın tamâm oluşu gibi tamâm oldu.
İhya Olmuş Bir Ney Ruhları da İhya Eder
Tamâm olmuş bir ney, ruhları da tamâm etmeye amadedir. Tamamlanmış ney, üflenmeyle tastamam edilir. Üflendikçe ihya olur, dinlendikçe ihya eder. Meselesi neylemek olanların, kendisine Rabbi’nce ruh üflenip hayat bulmuşların; kendince üfleyerek kendisine hayat verip, kendisinden hayat bulduğudur. Dinleyenine hayat buldurduğudur.
İki surun üflenmesi arasında koca bir hayatı taşıdığıdır ney. Dokuz boğumdan gelenle, dokuz boğumdan geçmek gerektir. Yol neydir. Bu vesileyledir ki, ney çalınmaz, üflenir; üflenmez, Hû denir. Kimin nefesini alıp, kime aktardığının bilincidir. Belki de bu yüzdendir; kadim neyzenlerin evvela onu öpüp başına koyarak ondan destur aldıktan sonra üflediğidir. Usulü mühimdir. Sırrına kulak verip, huşu ile dinleyenlerindir. Aşk ile üfleyenlerindir. Ol Mevla’ya varıp, aşk ile Hû diyenlerindir.
Aşk ile…
Hû!
Mert Emin Soylu