Dünyadan Kültür-Sanat
Bir Film Dünyayı Değiştirir Ve Ayaklar Baş Olur Mu ?
Sanat toplumun toplumsal antitezidir.”
Theodor Adorno
“Sanat, ideoloji olarak verili topluma karşı çıkar.”
Herbert Marcuse
Bir film dünyayı değiştirir ve ayaklar baş olur mu ?
Frankfurt Okulu düşünürleri sanata hep özenle ve üzerine ehemmiyet vererek yaklaşmışlardır. Kültür endüstrisi eleştirisi üzerine yaptıkları çalışmalarda sanatı, “insanlığın bugünkü toplumun ötesindeki “diğer” toplum için duyduğu özlemin varlığını koruyabileceği son sığınak” olarak tanımlamışlardır. Yine okulun genel görüşünü göre, sanat dünyayı değiştiremez, yalnızca bu yolda insanların bilinç ve itkilerini değiştirmeye katkıda bulunabilir. Ve bizlerde Okulun şu çıkarımından yola çıkarak bir sanat eserini örneğin sinemayı ve filmleri değerlendireceğiz; “Sanat yapıtı kendisinden yaşama bakılan penceredir.”
2019 yılının tartışmasız en iyi,en konuşulan, en ödüllü filmi Parazit filminin yönetmeni Bong Joon-ho’nun 2013 çıkışlı Snowpiercer filmi bizlere çokta uzak ihtimal olmayan bir distopya sunuyor. 2031 yılında küresel ısınmanın korkunç etkileri tamamen gün yüzüne çıkmış ve dünya yüzeyinde her şey buz kaplamıştır. Tıpkı Dünya’mızın ilk oluşumunda ki gibi. Bu nedenle dünya yüzeyinde yaşam “imkansız” hale gelmiştir ve yalnızca 1000 kadar kişinin yaşadığı, dış dünya ile tamamen izole bir “tren”de insanlar yaşamlarını sürdürmektedir. Ne var ki tren aslında “dünya” yı temsil etmekte ve içeride yaşayanlarda insanlığı oluşturmaktadır. Tren’de ki düzen günümüz dünya düzeni ile sınıfsal açıdan benzerlikler göstermektedir.
Yönetmen, Parazit filminde ki sınıfsal ayrışmayı , şehrin alt kısmında,bodrum dairelerde,yer altında,masaların altında yaşayan insanlarla şehrin yüksek yerlerinde , tabiri caizse bir su baskınından etkilenmeyecek derecede yukarıda yaşayanlar arasında çizmişti ve daha çok görüntüler aracılığıyla dile getirmişti. Snowpiercer filminde ise bu sınıfsal ayrışma tren’in ön vagonundakiler ile en arkadakiler arasında gerçekleşiyor ve diyaloglar bu sefer daha belirleyici oluyor.
Filmin ideolojik altyapısını filmde geçen sekanslar ve diyaloglar çerçevesinde şu şekilde okuyabiliriz.Alternatifi olmayan bir dünya ve sistemi bizlere sunuluyor ve bu yaşanılan dünyayı ve düzeni ayakta tutabilmek için bazı mitler yaratılıyor ve bu mitler daha çocukken bizlere eğitim aracılığıyla işleniyor. Determinist bir bakış açısıyla “Herkesin yeri önceden bellidir” Tren’in arkasındakiler ömürleri boyunca arkada olacaktır,düzenin devamı yine bu arkadakilerin emeği ile doğru orantılıdır ve Tren’in önündekiler her zaman önde kalacaktır. “Lider olmazsa kaos olur “ Düzenin zıttı kaostur.
Filmde Lokomotif yani gerçek dünyada yönetici yani iktidar yani kral yani parti artık adına ne dersek diyelim kutsaldır ebedidir. Ve Lokomotif durursa ölürüz. Ve o sihirli laf ile kuşatılan zihinlerimiz. “ Hepimiz aynı gemideyiz “ ya da hepimiz aynı trendeyiz. Filmde de bir “sınıf çatışması” anında bir doğal afet ile burun buruna gelmişken ve hepimizin treni yok olacakken yöneticilerin dediği gibi hepimiz aynı gemideyiz çatışmaya bir son vermeliyiz lafı ortaya çıkıyor ve göreceli bir ateşkes ilan ediliyor.
Yine aynı şekilde , liberalizmin dayanak noktasını oluşturan fizyokratların “doğal denge” çözümlemeleri ve sistemin doğal bir güç ile kendiliğinden ayakta kalabileceği düşüncesi filmimizde “ekosistemde doğal denge vardır ve sürdürülebilir denge önemlidir” cümlesiyle vurgulanıyor.
Filmdeki göndermeler bunlarla sınırlı değil. Filmde ki yönetici sınıf, doğal seleksiyona inanmıyor, bunu beklersek açlıktan öleceğimizi söylüyorlar. Çünkü ekonomi biliminin mottosundan da öğrendiğimize göre kaynaklar kısıtlı talep sonsuz. Dolayısıyla bazılarının ölmesi gerekiyor. İşte tam da bu yüzden belirli aralıklarla isyanların çıkması, ölümlerin olması ve insan kaybı lokomotifin başındakinin istediği bir durumdur.
Filmde ki alt üst, arkadakiler öndekiler ayrımı “Ayak,Baş” retoriği ile de vurgulanıyor hem de ayakkabı,şapka metaforu üzerinden. Tabi ki filmde ki yönetici sınıf “Siz ayakkabı ben şapka” “Ayakkabı şapka olarak kullanılırsa kutsal sınır bozulur” “Ayaklar baş olmamalı, yerinizde kalın” diyerek en baştan uyarıyor.
Filmin sonunda ise iki devrim görüyoruz. İlki ayak takımından birinin lokomotifin başına geçebilmesidir. İkincisi ise “başka bir dünya mümkün” inancıyla hareket edenlerin trenin dışına çıkması ve aslında yaşanılabilir bir dünya’ya adım atmalarıdır. Aslında devrim yerine ayaklanma kelimesi filmimize daha uygun olacaktır. En başta söylediğimizi hatırlatmakta yarar var. Sanat dünyayı değiştiremez, yalnızca bu yolda insanların bilinç ve itkilerini değiştirmeye katkıda bulunabilir. Fakat bir zamanlar Dinler dünyayı değiştirebilmişti…
“Rab’bin Ruhu üzerimdedir.
Çünkü O beni yoksullara Müjde’yi iletmek için meshetti.
Tutsaklara serbest bırakılacaklarını,
Körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için,
Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak
Ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için
Beni gönderdi.”
Luka 4/ 18-19
“Yeryüzünde güçsüzleştirilip ezilenlere lütfederek diledik ki onları önderler ve varisler yapalım.”
Kasas Suresi 5. Ayet
Mert Dedecan
Kaynakça
F.DELLALOĞLU,Besim,Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum , Say Yayınları,İstanbul