Absürt Edebiyatı ile Albert Camus – Hayatı ve Edebi Kişiliği
Absürt Edebiyatı ile Albert Camus – Hayatı ve Edebi Kişiliği
Albert Camus’nün Hayatı
Sanatını, edebiyatını belli kalıplara sokmadan icra eden yazarımız Alberts Camus, 7 kasım 1913’de Cezayir’de dünyaya geldi. Döneminin en büyük savaşı olan 1. Dünya Savaşı’nda babasını kaybetti. Yoksul bir aile sahip olan Camus, gençliği boyunca futbola merak salmış; lakin yakalandığı tüberküloz hastalığından kaynaklı bu tutkusunu bir kenara bırakmak zorunda kalmıştı. Camus’nün hayatında bir çok dönüm noktası vardır; futbolu bırakması da bunlardan biridir. 1936 yılında Cezayir Üniversitesi’nde felsefe eğitimine başladı ancak içinde kalan futbol aşkını 1950 yılında bir spor dergisi yazısında şöyle dile getirmektedir:
”Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum” .
Siyasi kişiliği de olan yazarımız, 1934 yılında Fransız Komünist Partisi’ne katılmış ve 2 yıl sonrasında Cezayir Komünist Partisi’ne geçiş yapmıştır. Lakin işler pek de hedeflediği gibi gitmemiştir. 1937’da düşüncelerinin parti içinde dikkat çekmesi ihraç edilmesine sebep olmuştur. İhraç edilmesi ile 1938’de Paris’e gitmiş ve ilk eserleri Tersi ve Yüzü (L’Envers et l’Endroit) ve Düğün’ü (Noces) bu dönemde yayımlamıştır. İlk etapta büyük bir yankı uyandırmasa da 1939 yılında orduya katılmak istedi; lakin sağlık sorunu buna engel oldu ve orduya katılamadı. Kaderi tekrardan değişen Camus, 1942 yılında dünyaca üne kavuştuğu Yabancı (L’Étranger) ve Sisifos Söylencesi (Le Mythe de Sisyphe) kitaplarını yayımladı. Aynı yıl içerisinde Paris, Alman ordusu tarafından işgal edilmiş ve komünist gazeteci yazar Gabriel Peri’nin idam edilmesiyle Camus başkaldırmış, Paris-Soir ekibiyle Bordeaux’ya girmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Fransız Direnişi’ne katılmış ve direnişin Combat adındaki gazetesinde editörlük yapmıştır.
Yabancı adlı romanı döneminin ve süre gelmiş zamanın en önemli, değerli eserlerinden birisidir. Yabancı’da yüzeysel olarak bir insanın başından geçen bir olayı öyküleme ile anlatır. Lakin eser yüzeysel incelenmemelidir. Derinlemesine analiz ettiğimizde aslında romanın kahramanı Meursault’nün hayat realitesi karşısında çaresiz kalışını ve hayatı anlamlandıramayışından kaynaklı kimlik problemini ele almış olarak görmekteyiz. Eserlerinde ele aldığı karakterler için, Camus’nün felsefi bakış açısının ete kemiğe bürünmüş halidir.
Absürdizm ve Camus
Peki en büyük temsilci haline geldiği Absürdizm nedir veya Camus’nün hayatı bu ideolojinin neresindediydi. Absürdizm, Danimarkalı filozof Kierkegaard’a göre, anlamsız, saçma olan demektir. Varoluşçuluk akımıyla bağlantılı olduğunu düşünürsek sık sık karıştırılma ihtimali olan Absürdizm, aslında nihilizm ve varoluşçu felsefeden önemli bir noktada ayrılmaktadır. Varoluşçuluk ideolojik anlamda, evrenin temelinden gelen, bireyin anlam arayışı önemlidir ve birey kendi varoluşunu yaratabilir. Nihilizm ise bunun tam tersini savunur; Evrenin bir anlamı yoktur ve birey kendi anlamını oluşturamaz. Absürdizm ise bu iki akım arasında bir köprü görevi görerek ideolojisini yaratıyor. Şöyle ki, Absürdizm, anlamın varlığı veya yokluğu hakkında kesin yargılar ile yaklaşmaz, evrenin kendinden gelen temel bir anlamı olabileceğini fakat insanlar bunu bilemeyeceğini savunur. Birey kendi anlamını bulabilir fakat bu evrenin asıl anlamı olmak zorunda değildir.
Albert Camus, aslında hayatın anlamını bulmamız gerektiğini değil de, anlamsızlığını kabul ederek hayatımıza devam etmemiz gerektiğini düşünüyor. İntihar hakkında söylemlerine biraz açıklık getirmemiz gerekirse; bu absürtlüğe ve anlamsızlığa rağmen göre intihar çözüm yolu değildir. Çünkü ölümün kendisin de absürt olduğunu ve hayatın absürtlüğüyle savaşabilmek için yaşamak gerektiğini savunmuştur. Zor olan Sisifos Söyleni’nde Sisifos’un yaptığı gibi binbir zorlukla dağın tepesine çıkardığımız kayanın tekrar aşağı yuvarlanacağını bilsek de yılmadan defalarca o kayayı o tepeye çıkarabilmek, anlamsızlığı kabul etmekten geçmektedir. Albert Camus’ya göre ancak bu şekilde başkaldırmış ve absürtlüğe karşı savaşmış oluruz düşüncesidir.
Sisifos Düşüncesi
Sisifos bu ideoloji için kusursuz bir örneklenmedir. Sisifos, insanlığın kaderi gibidir; çaba, hedefler ve bu hedeflere ulaşma arzusu. Fakat burada kısır bir döngüden bahsetmekteyiz. İnsanoğlu hedeflerine ulaşsa bile tüm bunların sonu yoktur. Şöyle ki insan üretken bir beyine sahiptir bu sebepten dolayı sürekli yeni hedefler üretmektedir ve bunlar için çabalamaya devam etmektedir. Yani Sisifos gibi sürekli başa döner. Bu döngüyü ve absürtlüğü fark ettiğinde ise kendine ve hayatına karşı yabancılaşıp uzaklaşabilir. Bu karşılaşmadan sonra insanoğlunun psikolojisinde kara bulutlar gezinmeye başlar. İşte tam bu noktada yazarımız Alberts Camus için üç seçenek vardır; ilk olarak tüm bu saçmalıkların bir gün son bulacağını umut ederek yaşamak, ikinci seçenek intihar etmek, hayatını sonlandırmak ya da son seçenek olan Sisifos gibi baş kaldıracaktır. Tahmin edeceğiniz üzere Camus’ya göre en mantıklı yol son seçenektir. Zor zamanlardan geçen Camus hiçbir zaman hayatında ve eserlerinde ışıksız bir yaşamdan bahsetmedi çünkü bizim umutsuzluğa kapılmaması istiyordu.
”Her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama yaşamak veya yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da görece de olsa yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana; ağaç anlam kazanır, sevgi yeniden doğar. Umutsuzluk ve edebiyat sözleri birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır.”
”Mademki yaşıyoruz, yaşadığımız sürece mutlu olmaya, sağımızda solumuzda mutluluk yaratmaya bakmalıyız. Mutluluk; bir yerde ve her yerde, hiçbir şey beklemeden dünyayı ve insanları sevmektir.”
Bu güzel sözlerin sahibi içimize güneş saçarken, 1955-56 yıllarında Fransız “L’Express” dergisinde yazmış ve 1957 yılına geldiğinde Nobel ödülünün sahibi olmuştur. Düşüş romanı üzerinden alınan bu ödül kimi yaklaşımlara göre idam cezasına karşı yazdığı “Réflexions Sur la Guillotine” makalesi üzeriden alındığıdır. Kendini bir filozof olarak atlandırmaktansa, sanatçı olarak adlandırmayı tercih eden Camus sözcüklere göre düşündüğünü vurgulamış.
Tekrardan Absürdizme Yabancı romanında göz atmamız gerekirse, gözümüze çarpan ilk örnek ”Bugün annem ölmüş; belki de dün, bilmiyorum.” cümlesidir. Absürt nedir bir kez daha bunu örneklendirmiş oluyoruz. Alberts Camus, yine Sisifos ile yabancı karakterini ortaya çıkarmış olduğunu görmekteyiz.
Edebi kişiliği boyunca Nietzsche, Dostoyevski, Tolstoy gibi büyük yazarlardan ilham alarak kariyerine devam eden Camus 4 Ocak 1960’ta, Villeblevin kasabasında geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. Ölümünden tam 10 yıl sonra “Mutlu Ölüm”, 1995 yılında ise hâlâ bitmemiş olan “İlk Adam” kitabı yayınlanmıştır.
Absürt Edebiyatı ile Albert Camus – Hayatı ve Edebi Kişiliği