Sahraaltı Afrika ve Yeni Dünya Düzeni
21.yüzyıla tekabül eden yeni bir dünya düzeni ortaya çıktığı kabul edilir. Bu yeni dünya düzeniyle birlikte sorunların kabuk değiştirdiği ve uluslararası sistemdeki sorunların önceki dünya düzeninden daha karmaşıklaştığı varsayılır. Özellikle çevre, ekonomik krizler, kentleşme ve büyük kentlerin yönetimi, demografik sorunlar, enerji, terör ve ulusal güvenlik, siber toplum, göç ve mültecilik gibi konular öne çıkıyor.
Bu yeni dünya düzeniyle oluşan sorunlar sadece gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin değil, “zayıf” (weak state), “başarısız” (failed state) ya da “kırılgan” (fragile state) olarak adlandırılan düşük gelir düzeyine sahip ülkelerin de temel problemleridir. Ancak belirtmek gerekir ki zayıf devletlerin büyük çoğunluğu yakın zamanda bağımsızlığını kazanmış, devlet ve/veya ulus inşası süreçlerini tamamlayamamıştır. [1]
Sömürgecilik geçmişi ve uluslararası kalkınma programlarına bağımlılık bu ülkelerin neredeyse tamamının ortak özelliğidir. [2]Siyasal ve ekonomik istikrarsızlık, etnik çatışmalar, bürokratik kapasitenin yetersizliği, demokratikleşme ve özgürlüklerin sağlanamaması gibi içsel sorunlara ek olarak ciddi bölgesel ve küresel meydan okumalarla karşı karşıya kalan bu devletler kalkınma ve yönetişimin ölçüldüğü çeşitli indekslere göre oluşturulan listelerin en sonlarında yer almaktadır.
Bu ülkelerin büyük çoğunluğu Sahraaltı Afrika’da toplanmıştır. Etnik yapıları oldukça farklılık gösteren Sahraaltı Afrika ülkeleri genel olarak Büyük Sahra Çölü’nün güneyindeki ülkeler olarak adlandırılmaktadırlar. Bu ülkeler başlıca şunlardır : Angola, Güney Afrika, Benin, Botsvana, Burkina Faso, Burundi, Cibuti, Çad Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi, Eritre, Etiyopya, Fildişi Sahili, Gabon, Gambiya, Gana, Gine, Gine Bissau, Güney Sudan, Kamerun, Kenya, Komorlar Birliği, Kongo Cumhuriyeti, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Lesotho, Liberya, Madagaskar, Malavi, Mali, Mauritius, Moritanya, Mozambik, Namibya, Nijer, Nijerya Federal Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Ruanda, Sao Tome ve Principe, Senegal, Seyşeller, Sierra Leone, Somali, Sudan, Tanzanya, Togo, Uganda, Cabo Verde, Zambiya, Zimbabve.[3]
Afrikalı ülkelerin uluslararası organizasyonlardaki nicel ağırlığı kuşkusuz de-kolonizasyon sürecinde ortaya çıkmıştı. Afrikalı ülkelerin bağımsızlıklarını elde etmeye başlamaları ve 1960 yılında 16’sı Afrika’dan olmak üzere 17 yeni bağımsız ülkenin NU(Birleşmiş Milletler)’ya üye olmasıyla beraber gelişmekte olan ülkeler arasındaki iş birliği uluslararası politika açısından önem kazanmıştır. Elbette, bu devletlerin üçüncü bir blok olarak birleşik bir cephe oluşturduğunu ve küresel güç mücadelesini etkilediğini söylemek zordur. Ayrıca bu devletler ekonomik kapasite ve politik yapıları itibariyle de homojen birimler değildiler. Yine de çoğu Afrikalı ülkenin de parçası olduğu gelişmekte olan ülkelerin benzer amaçlar ve kısıtlarının olması günümüzde dahi pek çok aktörün Afrika’yı bir bütün olarak ele almasına sebebiyet vermektedir.
Ekonomik anlamda, Afrika kıtası uzun yıllar fakirlik, geri kalmışlık ve diğer negatif imgelerle ilişkilendirilmiştir. 1990’lardaki ekonomik durgunluk ve düşük büyüme eğiliminden sonra pek çok Afrika ülkesi petrol, hammadde ve iç arza cevap vermede yaşanan gelişmeler sayesinde istikrarlı bir büyüme ivmesi yakalamış bulunmaktadır.
Afrika’daki mevcut güvenlik sorunları, Kıta ülkelerindeki istikrarsızlığı besleyen önemli etkenlerden biri olarak görülmektedir. Batı ve Doğu Afrika’daki radikal terör örgütlerinin tehdidi, ülkelerin kırılganlığını beslerken, aynı zamanda Batılı ülkelerin de bir şekilde kıtaya askeri olarak müdahalesini kolaylaştırmaktadır. Güvenlik zafiyetleri, terör konusundaki deneyimsizlik, askeri kapasite yetersizliği, ithalata dayalı ekonomi politikası birçok Afrika ülkesini Batılı ülkelere bağımlı kılmaktadır. Bu bağlamda; Afrika kıtasının sanayileşmesine yardımcı olacak stratejik yatırımlar ve projeler ile Kıta içi kaynak oluşturma önem kazanmaktadır. Afrika Kalkınma Bankası, 2000 ve 2014 yılları arasında Afrika içi ticaretin %10’dan %16’ya yükseldiğini tahmin etmesine rağmen bu oran hala birçok bölgenin altında kalmaktadır. Bugün küresel ekonominin motoru olan Asya’nın yerini gelecekte Afrika alabilir. Dünyanın en fakir kıtası olan Afrika’nın gelecekte ekonomiye en büyük katkıyı sağlayacağına inanılan görüşler doğrultusunda, birçok ülkenin bu kıtada yatırım için planları bulunmaktadır
1990’lı yılların sonlarından itibaren kıtaya yönelik ilginin yeniden arttığını gözlemlemek mümkündür. Böylece üretilen çeşitli hammaddeler, bazı bölge ülkelerinde bulunan zengin petrol ve maden yatakları, Sahraaltı Afrika’nın stratejik öneminin artmasını sağlamaktadır. Bunun doğal bir neticesi olarak Sahraaltı Afrika, başta son dönemdeki atılımı göz önünde bulundurulduğunda Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere ABD, AB, Rusya, Japonya ve Hindistan gibi birçok ülkenin ilgi alanı haline gelmiştir.
Tüm dünyanın geleceği, ekonomik istikrarı ve büyümesi açısından önem arz eden Afrika’nın önemi gün geçtikçe artmakta bu nedenden ötürü yeni dünya düzeninde kıtayla karşılıklı siyasal ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi gerekmektedir.
[1] Fukuyama, Francis, Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, Remzi Kitabevi, Ankara, 2005
[2] Köseoğlu Özer, Braima Djamanca, Sahraaltı Afrika’da Bağımsızlık Sonrası Devlet İnşası, Siyasi İstikrar ve Devlet Kapasitesinin Güçlendirilmesi: Gine-Bissau Örneği, 2005
[3] Afrika Ülkeleri, http://www.afrikavakfi.org,
Tarık ASLANHAN