Otomatik Portakal | Antony Burgess
Şiddetin, ahlâksızlığın, çeteleşmenin, suç oranlarının tavan yaptığı bir şehir ve dönemde, Antony Burgess’ın tüm bu dönem ve sistem eleştirilerini ele aldığı “Otomatik Portakal” isimli roman, ünlü yönetmen Stanley Kubrick’in bakış açısıyla da 1971 yılında filme alınmış ve filmle birlikte eser ününe ün katmıştır. Günümüzde de geniş bir hayran kitlesine sahip olan film ve roman birçok açıdan incelenmeye ve değerlendirilmeye değer diye düşünüyorum. Filmin/romanın sosyolojik, psikolojik ve ideolojik boyutu içinde bulunduğumuz sistemlerin ve sistem döngülerinin açılımından ve kurgusundan oluşmaktadır. Öncelikle henüz reşit bile olmamış çocukların bir suç makinesine ne şekilde dönüştüğünü ve değişik sistemler içerisinde nasıl öğütüldüklerini eserin genel dokusunda görebiliyoruz. Tam anlamıyla antisosyal kişilik bozukluğu sergilemekte olan gençlerde şiddet tutkusu, yaşamsal bir organ faaliyeti görmektedir.
Suç mekanizması derinlemesine incelenmeden şiddetle, ceza-ödül yöntemİyle bastırılmaya çalışılır.
Esere, Alex ve üç arkadaşının çetesinden dahil oluruz. Alex’in çetesi diğer şehir çetelerine karşı boy gösterilerinde bulunur. Yaşlı adamlara saldırıp kadınları taciz ederler. Savunmasız insanları perişan edip paralarını çalarlar. Okulda bu tarz çete faaliyetlerini önlemek amaçlı görevlendirilmiş bir öğretmen vardır. Öğretmeni, Alex’le birebir ilgilenmesine ve onu iyiye, güzele ikna etmeye çalışmasına rağmen çetenin bu olaylarını engelleyez. Öğretmenin Alex’le olan bir diyaloğunda anlıyoruz ki öğretmen sistemin suçları önlemesi veya azaltması için görevlendirilmiş bir kişidir. Bununla birlikte kendisinin işlenen her bir suçtan dolayı sistem tarafından suçlu bulunduğunu söyler. Sistemin öğretmene dikte ettiği şey, öğretmenin ne yapıp edip bu çocukları adam etmesidir. Çocukların başarısızlıkları öğretmenlerin, sistemin başarısızlığı olarak görülür. Suç mekanizması derinlemesine incelenmeden şiddetle, ceza-ödül yöntemiyle bastırılmaya çalışılır. Alex yaşam koşulları yerinde, iyi ve kültürlü bir aileye sahip olan bir çocuktur. Küçük soygunlar tertipleyip insanları darp edip içindeki şiddet tutkusunu doyurur. Şiddetten zevk alır. Bu şiddet dolu dünyasında sevdiği iki şey vardır; yılanı ve Beethoven’ın parçaları…
Alex yine boy gösterisi yapmak için planladığı büyük bir soygunda tuzağa düşürülür ve gözlerini karakolda açar. Uzun süre polislerin işkence ve hakaretlerine maruz kalan Alex, öğretmeni ile yüzleşir. Öğretmeni, Alex’ten utandığını ve cezasını çekmesi gerektiğini belirtir. Alex’e duyduğu nefret, bu olayın yine kendisinin başarısızlığı sayılacağını bildiğinden kaynaklanır. Alex hâlâ soğukkanlılığını korumakta ve polislerle alay etmektedir. Hapishaneye girdikten sonra kendini kurtarmak amaçlı planlar kurar ve dinine bağlı bir genç gibi davranarak papazın gözüne girmeye çalışır. Bu yöntemin işe yaramayacağını anlayan Alex, tıpta yeni keşfedilen bir yöntem için kobay olmaya karar verir.
Hastaneye alınan Alex yoğun ilgiyle karşılanır. Herkes ona iyi davranmakta ve konfor sağlamaktadır. Başta çok şaşıran Alex, zamanla bundan hoşnutluk duymaya başlar. Alex’e günlerce çeşitli filmler gösterilir. Küçük bir sinema salonunda özel bir koltuğa bağlanır, gözlerinin kapanmasını engelleyen mekanizmalara ve saatlerce süren şiddet içerikli filmlere maruz bırakılır. İlk başlarda film izlediğini ve bundan keyif alabileceğini düşünen Alex, daha sonraları izletilen şiddet sahnelerinden iğrenmeye, kusma nöbetleri geçirmeye başlar. Bazen doktorlara kendisini çözmeleri için yalvarır; ama doktorlar onu dinlemez. İyileşmesi için bu filmleri izlemesi gerekmektedir. Filmde Beethoven’ın bir parçası da geçer ve Alex çılgına döner. Hastaneden çıktığında bir basın toplantısında gazetecilere dönemin bakanı tarafından tanıtılır. İktidar, Alex’i kendi başarıları olarak halka sunar. Hapishanelerdeki kötü koşullarla değil; tıp koşullarıyla ve anlayışla gençlerin tedavi edilebileceği görüşü ortaya konur. Önceki sistem eleştirilir. Burada iktidarın kendini ve politikalarını temize çekme görüşü vardır.
Alex, tedavi olup serbest kaldığında sokakta çete arkadaşlarına rastlar. Çete arkadaşları sistem tarafından polis yapılmıştır. Arkadaşları onu banliyöye götürüp döver ve onu oracıkta bırakırlar. Alex çareyi bir eve sığınmakta bulur; fakat bu sığındığı ev geçmişte eşini öldürüp kendisini de sakat bıraktıkları yazarın evidir. Yazar, iktidar düşmanı olduğundan Alex’i koz olarak kullanmaya karar verir. Daha sonra Alex’i tanıyan yazar bundan vazgeçer ve Alex’ten intikam alır. Alex gözlerini hastanede açar. Bu sefer devlet onu yazarın aleyhinde kullanmak ister. Alex’e güzel bir yaşam ve iş vaadi verilir. Alex de yazarın ona zarar vermeye çalıştığını onaylar ve devletin yanında yer aldığını da basın mensuplarına bildirir. Sonuç itibariyle yazar hapse girer. İktidar kendini temize çıkarmış olur. Alex hiç bir şey olmamış gibi yaşamına devam eder hem de hastalıklı durumundan kurtulmuş olarak.
Yıldız TOKMAK