“Boş Ev” Filmi Ve Sanatın Dolaylılığı Üzerine
Sanat dolayımdır. Dolaylı anlatımı esas alır.
Bu meselenin, sanat sanat içindir ya da sanat halk içindir tartışmasıyla da bir ilgisi yoktur. Özü itibariyle bir sanat eseri kendisinin direk anlaşılmasını istemez, üzerine düşündürtür, çağrışım ve metaforlar kullanır.
Kant, “Özgür Sanat” ve “Ücret Sanat” diye de ayrım yapar.
Ücret sanat aslında hepimizin aşina olduğu karşımıza en sık çıkartılan ürünlerdir. Ismarlama olarak yapılan, sırf bir iddiayı bir düşünceyi bir ideolojiyi yaymak için yapılandır. Bu eseri ısmarlayanlar bazen kültür endüstrisine hizmet eden yapımcılar, dağıtım firmaları, piyasa ya da direk popüler kültürden beslenmiş “sanatçı”nın kendisi olabilir. Bazen de tıpkı devrim sonrası, devrim ihracına yönelik devrimi övücü filmler çekilmesini yönetmenlere dayatan İran rejiminin yaptığıdır aslında. Bir propagandaya hizmet eder. Söylemek isteneni direkt söyler ya da gösterir. Tıpkı pornografi gibi.
Bu nedenle aslında siyaset ve sanat arasında ciddi bir ayrım vardır. Kendisinin bir şair, eşinin ise bir ressam olduğu Bülent Ecevit’i bir kenara bırakırsak, siyasetçiler için esas olan netlik, düzlük, doğrudanlıktır. “Asgari ücreti ezilen halkımız için arttıracağım” diyebilir, ama “Asgari ücreti, sonbahar’da yerde ezilen yapraklar kadar biçare halkımız için ilkbahar’da çınar ağaçlarının yüksekliği kadar yükselteceğim” diyemez.
Frankfurt Okulu düşünürlerinden David Held ise “Öncü Müzik” ve “Popüler Müzik” arasında ayrıma dikkat çeker.
Kendisine göre Öncü Müzik; çaba, yoğunlaşma gerektirir, günlük yaşamın sürekliliğini kırar ve “hatırlamayı” teşvik eder. Popüler Müzik ise sürekli tekrar edilen ritmler, kolay anlaşılır, günlük yaşamın sürekliliğini güçlendirir ve şeyleşmiş yapısı unutkanlığı teşvik eder.
Tam da bu noktada, İsrailli Hristiyan Arap olan ama İsrail pasaportuna rağmen kendisini Filistinli olarak tanımlayan Elia Suleiman’ın bu yıl 18.si düzenlenen Film Ekimi kapsamında da gösterilen “It Must Be Heaven” filmini hatırlayabiliriz. Bu arada kendisi, Orta Doğu üzerine komik filmler, yapmaya istekli bir yönetmen olarak bir hayli komiktir.
Türkçeye “Burası Cennet Olmalı” olarak geçen filmin bir sahnesinde Elia Suleiman, eski bir dostu ile ufak, sakin bar tarzı bir mekanda otururken arkada hüzünlü bir müzik ve birkaç kadeh içki içilir. Arkadaşı Elia’yı kastederek “siz” diyor,(aslında sizden kastı doğu kültüründen gelen kişiler denebilir) “alkolü bir şeyleri unutmak için değil, “hatırlamak” için içiyorsunuz”. Filmin son sahnesinde ise bu ikili bir diskotekte yüksek, gürültülü müzikte ve alkol eşliğinde dans eden ve kendilerinden geçen gençlere bakıyorlar ve film bitiyor. Tek kelime etmeye gerek yok, görüntü ve bakışlar, verilmek isteneni dolaylı yoldan bize ulaştırıyor.
Filmde kendisi de baş rolü oynuyor, daha doğrusu kendisini oynuyor. Aslında ikinci filmimize referans olacağı gibi, kendisinin dışındakiler konuşuyor fakat kendisi neredeyse sıfır diyalog ile filmini tamamlıyor.
2004 yapımı Güney Kore çıkışlı, Kim Ki-Duk imzalı “Boş Ev” filmi de dolayımlarla dolu bir filmdir. Bir aşkı, âşıklar hiç konuşmuyorken görüntülerin neyi ifade ettiğini seyircinin zekasına ve çabasına bırakarak anlatır. Aslında anlatmaz gösterir.
Oldukça sıra dışı olan bu filmde, golf tutkunu ve sadece motor’u olan gencimiz, sırayla evlere broşür dağıtır ve akşamında eğer broşür kapıdan alınmamışsa o evin boş olduğunu anlar ve geceyi o evde geçirir. Yediği yemekleri toplar, çamaşırlarını yıkar ve evi bulduğu gibi bırakarak ertesi gün evi terk eder. Günlerden bir gün, kocasından şiddet gören bir kadının evine girdiğinde ise, her ikisinin de hayatı değişir ve bu dakikadan sonra bizleri oldukça zengin görüntülerin eşlik ettiği bir aşk hikayesi bekler.
Sinemanın görsel gücünü dolayımlar eşliğinde sanatın hizmetine sunar yönetmen. Filmde birbirleri arasında geçen sevgi, eşitlik, korku, şefkat, özveri gibi duygular, sözlere ihtiyaç duyulmadan seyirciye aktarılır. Ve bu görüntüler eşliğinde, iki aşığın zamanla tek bir kişiye, bedene dönüşebilmesi, ruhlarının birleşebilmesi gibi ontolojik sorular canlanır.
Film gerçekliğin sorgulanabilirliği üzerine düşünüldüğünde ise absürt bir yapıya dönüşmeden ve gerçekliğinden kopmadan fantastik ögeler de barındırır. Öyle ki esas karakterimiz kendisini sadece sevgilisinin görebildiği bir hayalete dönüşür. Ama ortada bir hayalet yoktur. Zira filmin son sahnesinde şu yazıyı görürüz;
“Yaşadığımız dünya, hayal mi gerçek mi, söylemek zor.”
Son olarak filme adeta anlam katan ve neredeyse bu şarkı olmadan bu filmde olmazmış dedirten ve sık sık filmin önemli sahnelerinde duyduğumuz o şarkıyı hatırlatmadan olmaz. Belçika doğumlu Mısır’lı Natacha Atlas’ın Arapça olarak seslendirdiği Gafsa şarkısı filme derin bir ruh katmıştır.
“Aklımda aşk rüzgârları esiyor
Sevgilim selam verecek ve
Diyecek ki,”Ey kıymetlim geri dön
Ayrılığı ve yabancı olmayı unut”
Dedi ki “Ey sevgilim geri dön
Bu dünyada başka nasibim yok
Ama benim helalim değilsin.”
Mert DEDECAN