1971’den Bir Çağrı Var: Un Appel de 343 Femmes
Tarih boyunca yaşanan hiçbir süreç kadın bedenine yönelik algıyı tam anlamıyla değiştirememiştir. Feminizmin ilk dalgasından günümüzdeki durumuna kadar mücadele edilen kadınların doğurmama/gebeliği sağlıklı koşullarda sonlandırma hakkı hala bir tartışma konusudur. Kürtaj hakkı için oldukça önemli bir dönüm noktası olan metinlerden birisi de 343 Manifestosu’dur. Bu manifesto 1971 yılında Simone de Beauvoir tarafından yazılmış ve 343 kadının imzacısı olduğu bir metindir. Dönemin Fransa’sında yasadışı olan kürtaj hakkını protesto eden bu metin devletin kadın bedenini denetleme gücünü sorgulamaya açar. 343 kadın kendi kürtaj deneyimlerini kamuya açıklar ve kadınları insan sağlığına tamamen zıt koşullarda gebeliklerini sonlandırmaya iten devlet politikalarına karşı cephe alırlar.
“Un million de femmes se font avorter chaque année en France. Elles le font dans des conditions dangereuses en raison de la clandestinité à laquelle elles sont condamnées, alors que cette opération, pratiquée sous contrôle médical, est des plus simples.On fait le silence sur ces millions de femmes.Je déclare que je suis l’une d’elles. Je déclare avoir avorté.De même que nous réclamons le libre accès aux moyens anticonceptionnels, nous réclamons l’avortement libre.” *[1]
(“Her yıl Fransa’da bir milyon kadın kürtaj yaptırıyor. Tıbbi koşullar altında basit şekilde yapılabilen bu operasyon, mahkûm edildiği yasaklardan ötürü ilkel koşullarda tehlikeli sonuçlar oluşturuyor. Milyonlarca kadın sessiz kalmak zorunda kalıyor. Bilmenizi isterim ki; ben yasadışı kürtaj yaptıran kadınlardan birisiyim. Doğum kontrol yöntemlerine ücretsiz erişim talep ettiğimiz gibi, kürtaj yapma hakkını da talep ediyoruz.”)
Bu 343 kadın arasında günümüzde de adlarını sık sık duyduğumuz birçok sanatçı ve yazar bulunmakta. Bu manifestonun sanat ve edebiyat alanında birçok esere ilham olmasının en temel sebeplerinden bir tanesi de budur. İmzacılardan birisi olan Agnès Varda, 1975 yılında “Réponses de femmes: Notre corps, notre sexe” belgeselini gösterime sunmuş, belgeselde kadınların bedenlerine dair kontrol mekanizmalarını ellerine almasının önemini vurgulamıştır. Bunun dışında manifestonun yayınlanmasından tam bir yıl sonra kürtaj hakkı için önemli kazanımlardan birisi olan Bobigny Davası’nın (Le procès de Bobigny) avukatı Gisèle Halimi de bu imzacılardan birisidir. 16 yaşında cinsel saldırı sonucu oluşan gebeliğini sonlandırdığı için yasadışı kürtaj yaptırmakla yargılanan Marie-Claire Chevalier’in davası kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır. Halimi davanın avukatlığını üstlenerek dönemin feminist hareketini arkasına almış ve Fransa’da yasal kürtaj hakkının temeli olan Veil Yasası’nın (La Loi Veil) kabul edilmesinde aktif bir rol oynamıştır. Dava bireysel bir özgürlük mücadelesinin sınırlarının dışına çıkarak kadın bedenine müdahalede bulunan tüm yasal düzenlemelerin karşısında enternasyonal bir ilham olmuştur.
Manifestonun yayınlandığı tarihten bu yana birçok ülkede hala kadınların kürtaj hakkı gasp edilmekte, devletler nüfus politikaları adı altında kadınların bedenleri üzerinde hak iddia etmeye devam etmektedir. Bunun yanı sıra tamamen tıbbi durumlar göz önünde bulundurularak verilmesi gereken doğum şekli kararı, sözde sağlık politikalarıyla kadının bedensel özerkliğini hiçe sayarak normal doğuma yönlendirilmektedir. Son yıllarda kazanılmış yasal kürtaj hakkının yasaklanması, kadınların iş dünyasındaki varlıklarını sırf “doğurganlık” özellikleri ön plana çıksın diye sildirme politikaları, hatta ve hatta kadınların doğum tercihlerine kadar devlet tarafından belirlenme kampanyalarının oluşturulması kadınların sıkça karşılaştığı politikalardan bazıları. Patriyarkal düzenin devamlılığı sağlansın diye devlet eliyle oluşturulan bu kadın bedeni üzerindeki tahakküm, toplumsal eşitsizliğin temelinde yatan en önemli nedenlerden birisidir.
Kadına yalnızca anne olma vasfının atanması gibi eril bakış açısıyla düzenlenen kürtaj karşıtı veya yasal hak olan kürtajı yapmayı reddetme, bu hakka erişimi zorlaştırma gibi durumlar kadınlara yalnızca fiziksel değil psikolojik, ekonomik ve sosyal olarak da zarar vermektedir. Maalesef atlanılan önemli bir detay da bu zarar yalnızca kadınlara değil aynı zamanda topluma da verilmiş bir zarardır. Sosyo-ekonomik koşulları elverişli olan kadınlar öyle ya da böyle bu hizmete erişebiliyorken, yoksul veya sosyal çevresi buna elverişli olmayan kadınlar istemsiz gebeliklerini sürdürerek toplumsal eşitsizlik dediğimiz çukuru derinleştirmeye mecbur bırakılıyorlar.
Tıpkı Simone de Beauvoir’ın 343 Manifestosu gibi kadınların kendi yaşam ve bedenleri üzerindeki egemenliklerinin kendilerine ait olması gerektiğinin altını çizen birçok eser, vaka ve eylem vardır, var olmaya devam etmektedir. Kadınların toplumsal yaşama kendi istedikleri rolle katılmasına karşıt olan tüm sınıfsal ve sosyal politikaların karşısında yer almak feminist hareketin en temel ilkelerinden birisidir. Bunun sağlanması demek hem kadınların özgürlüğünün hem de toplumsal eşitliğin elde edilmesi için en kritik adımlardan birisinin atılmış olması demektir.
Aleyna Bulut
[1] Orijinal metinden alıntıdır. “Manifeste des 343”
KAYNAKÇA
- https://fr.wikipedia.org/wiki/Manifeste_des_343
- https://www.justice.gouv.fr/actualites/actualite/proces-bobigny
- https://fr.wikipedia.org/wiki/Loi_Veil
- https://fr.wikipedia.org/wiki/R%C3%A9ponses_de_femmes