Doğum ve ölüm tüm insanoğlunun yaşam serüveni içerisindeki en önemli olaylardır. O yüzden her ikisinin de insanoğlu için anlamı özeldir.
Özellikle anlam arayışı içerisinde bulunan insanoğlu için ölüm değerli de olsa aynı zamanda korkutucudur. Bu sebepten dolayı insanoğlu en çok korktuğu şey olan ölümün üzerine o kadar çok odaklanır ki artık doğumların anlam ve önemi sadece göstermelik kalır. Ölüme verilen değer doğuma verilmediği için ise insanoğlunun yavaş yavaş enerji kaynağı kurumaya başlar. O zaman ise ölüm insanoğlu için daha da travmatik bir durum alır. Peki bizler ölümün travmatik yansımalarını ve bizlere aslında neler hatırlattığını, toplum içerisinde nasıl görebiliriz? Bu duruma en somut örnek; her ölümün belediye hoparlörlerinden anons edilmesi, camilerden selaların okunmasıdır. Sizce ölüme bu derece önem verilirken doğumlar için neden belediye hoparlörlerinden anonslar yapılmıyor, camilerden aileler için kutlama mesajları okunmuyor? Bu durumun temelinde yatan şey ise yüzyıllardır bilinçdışında yaşattığımız yok olma travmasıdır. Millet olarak o kadar çok var olma ve yok olma arasında gidip gelmişiz ki toplum olarak günümüzde hala onun derin izlerini yaşıyoruz. Bu sebepten geçmişimize o kadar odaklıyız ki geleceğimize sahip çıkamıyoruz. Bu tezimi doğrular nitelikteki son örneğim; ülkemizde milli eğitime ve gençlik bakanlığına ayrılan yıllık devlet bütçesi ile diyanet işleri başkanlığına ayrılan devlet bütçesine bakılması olacaktır.
Ölüme verilen değer doğuma verilmediği için ise insanoğlunun yavaş yavaş enerji kaynağı kurumaya başlar.
Travmada insan nasıl ki geçmişe saplanır kalırsa günümüzde de yaşlılarımız üzerinden aslında geçmiş travmalarımıza sahip çıkılıyor. Geçmişin travmaları toplum içerisinde çözümlenmediği için bizler hala geçmişte yaşıyor ve o yüzden yaşamımızda geçmişimizi bize hatırlatan yaşlılarımıza odaklanıyoruz. Bu yazıdan yaşlılarımıza değer vermeyelim gençlerimize odaklanalım sonucu çıkarılmasın; lakin yaşlılar üzerinden insanlar geçmişteki bilinçdışı travmalarını idealize edip yaşatıyor ve sürekli ölümler ile o travmaları tekrarlıyorsa ve kendi sahip olduğu gelecek yaşamın farkına varamıyorsa bu bir sorundur.
Bizim toplumumuzun bilinçdışında yüzyıllardır yok olma travmaları olduğu için her ölüm bize bunu tekrar hatırlatmaktadır. Bu yazıda anlatmak istediğim şeyin özü; yüzyıllardır toplumumuzun bilinçdışında yok olma travması olduğunu yaşlıların ölümü üzerinden bu durumun sürekli bilice pompalandığını ve bizlerin bu travmaları kontrol altına almak için ölümlere büyük değer verdiğimizi ama bunu yaparken ise doğumlara yani yaşama, gençlerimize ve onlar üzerinden geleceğimize odaklanamadığımızı bu sebepten güçlü bir gelecek inşa edemediğimizi ifade etmek isterim.
Bilinmelidir ki her ölüm bir zehir ise tanrı aynı zamanda bizlere onun panzehrini doğum olarak sunmaktadır. Bu sebepten zehre bu kadar odaklanmak yerine biraz panzehre odaklanmamızın toplum ve ülke sağlığı ve geleceği için önemli olduğu bilinmelidir.
Psikolog Mehmet ÇAĞ