Bir Müzik Albümü Olarak Neredesin Firuze

Bir Müzik Albümü Olarak Neredesin Firuze
Filmin çıkış tarihinden 20 yıldan fazla geçmiş olmasını her ne kadar kabullenmekte zorlansam da bu film çıkalı evet 21 yıl olmuş. Çıktığı zamanda büyük bir yankı uyandırmış, hatta Orhan Gencebay’in Ya Evde Yoksan şarkısının akapella versiyonu ağızdan ağıza yayılan kült bir ezgiye dönüşmüştü. Bazı arabesk seven gençlerin caz seven gençlerle buluşup saz seven gençlerle bu şarkıyı söylemek için toplandıkları da olurdu. Biraz Amerikan banliyösü havası estirmiş olabilirim; ama her kesimden insanı etkilediğini vurgulamak gerektiğini söyleyeyim. Fakat albümde benim en çok ilgimi çeken yine de daha önce Teoman’in şarkısı Paramparça yorumuyla bu âleme adım atan Müslüm Gürses’in Sensiz Olmaz yorumu olmuştu. Yazıyı yazarken bir yandan da albümü dinlediğim düşünülürse Özlem Tekin’in yorumladığı Gökte Yıldız Ellidir (Kara Sevda) adlı türkü çalınca sanırım fikrim değişiyor, ama Ciguli girdi mi işler daha da karışıyor, Özcan Deniz’in Ahırım Sensin yorumu başlayınca bambaşka bir âlem… Bu albüm tam bir başyapıt, filmin kendisi de güzel ama bu filmin müzikleri bir soundtrack hastası olan benim için, filmin kendisini çıktığı zaman da geçmişti şimdi de bence filmin önünde.
Sanırım en çok canımın sıkıldığı durumlarda sığındığım albümlerden biri bu filmin müzikleri oldu hep 20 yıldır; tabii en çok sevindiğim zamanlarda da bu albümü illaki bir dinlemişimdir. Geçenlerde yine can sıkıntısı içindeyken bu albümü dinledim ve uzun zaman önce yapmak istediğim bir şeyi yapayım, şu albümü, tümünü olmasa da, benim severek dinlediğim bölümlerini değerlendireyim dedim. Daha önce başka albümler için, ya da tek tek şarkılar için ara ara değerlendirme yazıları yazmıştım ama biraz hamladım, yine de elimden geldiğince bu albümü biraz değerlendireyim istiyorum.
Kara Sevda: Kadın rockçıların 90’ların ikinci yarısında ortalığı kasıp kavurduğu zamanlardaki tartışmamız Özlemciler (Tekin) ve Şebnemciler (Ferah) diye ikiye ayrılırdı. Bu o kadar temel bir ayrımdı ki, Özlem’i bitirme lobisi, Şebnem’i destekleme lobisiyle iç içe geçmiştir ve bir karabasan gibi “Türkçe pop”a çöken Sezen Aksu mafyasından da bahsedilmeden geçilmezdi bira masası sohbetlerinde. Değişik bir kafa tabii ama sonuç olarak bu albümle birlikte ben safımı kesinlikle Özlem Tekin’den yana belirledim (biraz geç oldu). Gerçekten çok güzel türkü söylüyormuş kendisi, bu albümde fark ettim. Ender Akay’ın harika düzenlemesiyle, yumuşak bir akustik tonda elektrik gitar arkadaki hafif ritimle senkron şekilde girişiyle bizi ilk saniyesinde etkilemeyi başarır. Sonra Özlem Tekin girer ve yavaş yavaş şarkı yolunu oluşturmaya başlar, bateriyle ve biraz sonra basların katılmasıyla birlikte artık bizi tamamen içine almıştır. Şarkının ortasında bir tulum doğaçlaması vardır, sizi Karadeniz dağlarına götürür. Aynı tulum, şarkının sonunda da gelecektir. Bütün bu geleneksel motiflere rağmen rock formatını hiç bozmaz, tabii bunda Özlem Tekin’in katkısı büyük. Gerek vokali gerek aralardaki çıkışlarıyla bize şarkının bir rock şarkısı olduğunu unutturmuyor. Fakat bu şarkının beni en çok çeken yanı 5/8’lik ritmin kullanılış şekli olmuştu. Ritmin yapısı çoğu yerde 1-2 / 1-2-3 diye giderken ikinci söz kısmında 1-2-3 / 1-2 geçişlerinin olduğunu sonra tekrar 1-2 / 1-2-3’e geçtiğini duydukça çok daha fazla kendine bağlıyor ve akıp gidiyor.
Sabır: Bir sonraki şarkımız, Türkiye’de değeri az bilinmiş üstüne bir de dalga konusu olmuş ama harika bir müzisyen olan Ciguli’den [i] (doğum adıyla Angel Yordanov Kapsov) geliyor. Birileri akordeon başka ülkelerde de var, hatta anavatanı Avusturya’dır; yok efendim işte Fransa’da, Almanya’da, İsviçre’de dağlardaki köylerde var derse de kimse inanmasın [ii], akordeon Balkan topraklarından çıktı mı kendi bölgesini terk etmiş ürkek ve çekingen bir köpeğe benzer, bölgesine geldi mi de aslan kesilir ve bu şarkıda bunu iliklerimize kadar hissediyoruz. 9/8’lik ritim ile başlar ve ikinci ölçüde akordeon bizde zaten bir zıplama etkisi yaratır, klarnet de destekler ama bütün şarkı boyunca akordeon bizi hiç bırakmaz. Arada solosunu bizden esirgemez, kendimizi bir Sırp düğününde hissetmemiz için hiçbir sebep yoktur artık. Ama tabii ki bu şarkının en etkileyici yönü Ciguli’nin harika geçişleri ve sesini insanüstü bir yetenekle kullanması. “Oyuncak oldum ellerindeeeeeyim” derken, ya da “Köle miyim ben aaa” kısmındaki çıkışı ya da “Başından ne bileyim”den sonraki “aaaa” inişi her koması en ince ayrıntısına kadar hesaplanmış ve kendi sesinin efendisi olduğunu kanıtlar nitelikte.
Sensiz Olmaz: Evet bu albüm değerlendirmesi bu şarkısız olmaz. Viyolonsel ve piyano girişi harika, 2002’de çıkan albümü olmasa bu şarkıyı Müslüm kesinlikle söyleyemez, Bülent Ortaçgil’e hakaret derdim ama öyle güzel bir düzenleme ki, özellikle piyanonun basit ama içe dokunan ve kesintisiz eşliği bizi bambaşka bir dünyaya götürüyor ve şarkının sonuna kadar oradan getirmiyor. Bas ve kemanların girmesiyle şarkı biraz ama çok ufak tonlarda arabeske göz kırpıyor, viyolanın solosuyla biraz oradan çıkıyor ve tekrar Müslüm alıyor sözü ve sakin, dingin, hiç agresif olmadan devam ediyor. En sonunda Ender Akay son 30 saniyelik bize enstrümantal bir ziyafet vermeyi tercih etmiş. Alttaki kemanlar bizi bir başka diyara doğru taşırken fade out ile biten şarkının tadı damağınızda kalıyor, mecbur tekrar dinliyorsunuz.
Ahirim Sensin: Biri bana bir gün Özcan Deniz’i onlarca defa dinleyeceksin dese onun aklıyla dalga geçerdim herhalde. Tabii Neşet Ertaş’ın etkisi çok çok büyük ama ne düzenlemeyi ne de Özcan Deniz’i küçümsemeyeceğim. Hak ettikleri değeri vermek gerektiğini düşünüyorum. Özcan Deniz’in önce pesten girdiği, davul ve bir iki elektrik gitar motifi dışında bir şeyi olmayan girişte önce ufak bir etkileniyorsunuz, sonra oktava çıkıldığında kemanlar, bateri ile birlikte bir coşku kazanıyor ve evet Özcan Deniz bu işi gerçekten de kotarıyor. Hem de “Si”den okuyor [iii], o kadar ince bir ton ki birkaç defa eşlik etmeye çalıştım yani müziğe paralel bile eşlik edemedim. Ara müzikte elektrik gitarın distortion tonuna geçmesi ve bir kaval notasıyla coşku iyice artıyor, sonrasında kemanlar devam ederken daha tok yaylılar da arada göz kırpıyor ve heyecan hiç kaybolmuyor altyapıda, bitişinde de biraz gerilimli bir tonda bize sanki Karayip Korsanları’nın ağır bir sahnesindeymiş hissi yaratıyor.
Bu 4 şarkı özellikle ilgimi çektiği için değerlendirmemi bunlar nezdinde daha ayrıntılı yapmak istedim ama şunu rahatça söyleyebilirim ki, albümün genelinde orijinal ve emek dolu altyapılar devam ediyor. Erol Büyükburç’un şakşakçı olmadığını anladığımız [iv] yine rock-arabesk altyapısıyla bizi Zeki Müren’den günümüze kadar getiren İnleyen Nağmeler yorumuyla ya da Işın Karaca’nın Aynı Cem’in Bülbülüyüm derken Alevilik inancından mı Pir Sultan’dan mı aldığını bilmediğim güçlü sesi ve tabii albümün genelindeki rock motifleriyle yine yer ediyor. Filmin komedi öğelerinin üzerine kurulmuş bir dram olması, Bulutsuzluk Özlemi’nin Torki Torki şarkısındaki Hard Rock ve Anadolu ezgileri ile birleşen geyikle bezenmiş olması, Ata Demirer’in de albüm ve film boyunca gösterdiği tavrıyla örtüşüyor.
Son olarak, en başta söylemem gerek şeyi en sona sakladığım için biraz tersten gitmiş gibi de olsak; bu düzenlemelerin baş mimarı bu yukarıda saydığımız ünlü isimlerden çok Ender Akay ve ekibidir. Doğa İçin Çal’dan çok önceleri, bir nevi daha kalitelisini, burada yapmış. Ezel Akay’ın her filminde olağanüstü işler çıkaran kardeşi, Karagöz Hacivat Neden Öldürüldü ve Neredesin Firuze filmlerinde inanılmaz bir seviyede iş yapmış. Bir nevi Hans Zimmer’lık denemiş, ikisi de güzel senaryo ve oyunculuklara sahip filmleri resmen başka bir seviyeye taşımış diyebiliriz. Hâlâ bu albümü dinlememiş olanlarınız varsa şunu söyleyebilirim: Bence çok şey kaçırdınız ama hiçbir şey için geç değil. Dinlemiş ama gerekli dikkati atfetmemiş olanlarınızdan da ricam belki biraz daha kulak kesilmenizdir.
Dipnotlar:
[i] “Ciguli” lakabı, akordeonu hızlı ve kıvrak çalmasından dolayı, o dönemde Bulgaristan’da popüler olan Sovyet yapımı VAZ-2101 model otomobilin (bilinen adıyla “Zhiguli”) ismiyle anılmasından gelmektedir.[ii] Hepsi doğru aslında ama Balkanlar hepsini sildi süpürdü. Bir kere Ljubiša Pavković ya da Branimir Djokić dinlediniz mi, ya da ünlü bir isme gerek yok, Yugoslavya bölgesinde herhangi bir sokak müzisyeniyle karşılaştınız mı, başkasını beğenmeniz zor.
[iii] https://youtu.be/pNLXfoYYnls?t=1038 — Ne demek yavrum “si”den
[iv] https://www.youtube.com/watch?v=x9fxjKzCpME&ab_channel=olanoldu